TARİHSEL
DEĞİŞİM
Karşılıklı ilişkiler içinde
sorunun barışçıl çözümüne yönelik adımlar
Tarihsel değişimdir.
NASIL BİR BARIŞ?
BÜTÜN SORUN BURADA DÜĞÜMLENMEKTEDİR.
KENDİ TARİHİ İLE HESAPLAŞMAYAN
GELEÇEĞİ YAKALAYAMAZ
NEYİ İSTEDİĞİNİ BİLMEYENE KİMSE BİR
ŞEY VERMEZ.
VERECEĞİ ZAMANDA KENDİSİ TAYİN EDER
TÜRKİYE’DE DE OLAN BUDUR.
GİRİŞ
·
Çözüm
sürecinden önceki günlerimize dönersek, Kürtlerin siyasallaşması ve
Kurumsallaşmaları
yönünde gelişmelerin olduğunu ve özelikle Kürt Halk kitlelerin sokaklara
dökülmesinin gündeme gelme ihtimalinin olması sonrasında Kürtler bağımsızlıktan
yana tavır sergilemeleri gibi gelişmelerin doğabileceğini ve ayrıca Türk Baharı
– Kürt Baharı yaşanabilir ihtimalini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu kaçınılmaz
olgusunun tespitini sanırım yapmıştır ki;
Türkiye Cumhuriyeti Devlet adına
MİT eski Müsteşar Yardımcısı CEVAT ÖNEŞ ’in bir gazetede çıkan demecindeki
açıklamalar düşüncemi doğrular niteliktedir.
Şöyle ki;
‘’ 2006 dan sonra Abdullah ÖCALAN ile görüşme
istihbaratının devreye girdiğini, Görüşmelerin Devletin ihtiyaçları için
yapıldığını, Çözüme kilitlenmiş- Barışa kilitlenmiş işbirliğin var olduğunu,
silahların bıraktırılması için ayrı ancak paralel giden bir projenin lazım
olduğunu, silahtan tecrit edip demokratik süreç içerisine sokulmasını’’
‘’ Siyaset ve toplumun kabullenmediğini’’
‘’Siyasal
iktidarın kabullenmediğini ‘’
‘’ Toplumun
desteğinin alınmasını ve silahların bırakılmasından sonra genel af ‘’ demiştir.
Sn. Cevat
ÖNEŞ’ in açıklaması önemli bir açıklamadır.
Evet, o gün Siyasi İktidarın
desteği yok ama bugün siyasi iktidar bu projenin arkasında olduğu inancımı
koruyorum.
Öncelikle Barış
sürecine Toplumun büyük çoğunluğunun desteğinin olduğunu, ancak bu desteğin
yeterli olmadığını ve desteğin daha da artırılması gerektiğini ifade edelim.
CHP 22 Dönem Diyarbakır
Milletvekili ve Eski Genel Başkan Yardımcısı olarak Ben Mesut DEĞER, Çözüm
sürecini destekleyen ve bu sürecin mutlaka korunması gerektiğinin açıklayan
Cumhuriyet Halk Partiliyim. Hatta AK Parti ve BDP dışında farklı bir siyasi
görüş olarak düşüncelerini açıklayan tek isim benim.
·
Çünkü Milletin BİRLİK olarak Dünyaya
gösterilmesi gerekir düşüncesindeyim.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURULUŞ
ÖNCESİ - SONRASINDAKİ
OLAYLAR VE KÜRTLER
1923 ÖNCESİ – 1923 SONRASI
1923 ÖNCESİ
·
Mustafa
Kemal ATATÜRK’ ün, 1923 öncesi ve 1923
sonrası süreç irdelendiğinde
Hareketin 2
aşamasının olduğunu:
Birinci aşaması; Milliyetçi toparlanmaya geçtiği dönemdir.
Bu dönemde Anadolu Müslüman halkın
birliğini hedef alıyordu. Bu anlamda Türk, Kürt, Laz, Çerkez vb. tüm halkın
Hıristiyan tehlikesine karşı birliğinden yanaydı.
Erzurum ve Sivas kongre tutanakları
bunu açıklamaya yeterlidir.
İkinci aşaması; İktidarın kesin bir biçimde Türk halkının
eline geçtiği ve Türkçülüğün açık bir ideolojik haline getirildiği dönemdir.
Ulusalcı görünümün savaş sonrasında
milliyetçilik eksenine kaymasıdır.
‘’ Güneş Dil
Teorisi ‘’
‘’ Türk
Tarihi’’
Üzerine yapılan çalışmalar bunun açık
örnekleridir.
Mustafa Kemal; Doğu ve Güneydoğuda
baş gösteren Ermeni tehlikesine karşı Kürtleri yanına çekmekte ve Müslüman
halkın Hıristiyan halka karşı birliğini sağlamakta kullanırken,
Yunan işgalini de Padişah
idaresine karşı Ulusalcı unsurla hareket etmiştir. Bu tavrı ile ordu
komutanlarını yanına çekmiştir. Özelikle
Mondros Ateşkes sonrası emekliye sevk edilen subaylar Mustafa Kemal’in yanında
yer almışlardır.
Bu iki olay
Mustafa Kemal’in etkin gücünün nedenlerini oluşturmaktadır.
Örnek: 13.Ağustos.1919 Eski Üçüncü ordu
Müfettişi Mustafa Kemal’in Şeyh Mahmut Berzenci Hazretlerine yazdığı mektup.
·
1921
Yılında sürekli olarak Dağınıkta olsa Kürtler seslerini çıkarmaktadır. Ve kendi
Ulusal sorunlarının
ne olacağını sormaktadırlar.
Kürtler
ortak bir bildiri ile TBMM’den 6 maddelik bir talepte bulunurlar. (Haziran
1921)
Bu 6
maddelik bildiriden burada sadece 2 maddeyi belirteyim.
1.) Kürtlerin yaşadığı bölgede otonom
( OTONOM: Ayrı bir yasaya bağlı olarak kendi
kendini yönetme yetkisi olan (devlet ) yani bir Kürt Devletinin tanınması.
2.) Sınırların Kürtler tarafından
çizilmesi
O yıllarda TBMM de Kürtlere yönelik
otonomi planını tartışmaya açılır. Ancak
Kürtlerden görüşmeleri yönlendirecek siyasi bir kadro bulmak oldukça güçtür. Bu
boşluktan Türk Milliyetçileri yararlanırlar.
Ankara hükümeti tarafından otonom
Kürdistan bölgesinin statüsü şöyle tespit edilir.
* Kürdistan
Genel Valisi TBMM tarafından Ankara Hükümetinin önerisi üzerine Meclisteki Kürt
Temsilciler tarafından önerilecektir.
* Otonom
yönetim süresi 5 yıl olacaktır.
* Kürt
halkının bağımsızlığı yapılacak olan bir Referandumla belirlenecektir.
.*12 üyelik
Kürt Konseyi oluşturulacaktır. Bölgede devlet memurlarının yarısı Türk yarısı
Kürt olacaktır.
Bu arada; Mustafa
Kemal delegasyonda din adamı Şeyh Ahmet SENUSİ ’Yİ görevlendirir
KİMDİR ŞEYH AHMET SENUSİ?
Kürtler ve Araplar üzerinde etkili dini
ve siyasi güce sahiptir. Kemalist görüşleri bölgede ustaca işleyendir.
Otonom gibi bazı önemli gelişmeler karşısında
Ankara hükümetinin tavrı ise,
Ankara, ulusalcıların taşıdığı
problemlerden ve Askeri sorunlardan ötürü karışıklıkları sakinleştirmek için bu
taleplere razı olmaktadır.
LOZAN
LOZAN’ a giden heyette Meclisteki
Kürt Milletvekillerinin heyet içinde kendi adlarına bir temsilci veya gözlemci
bulundurmamaları Türk heyetine önemli serbestlik hakkı tanınmıştır.
Oysa bir temsilcinin bulundurulması en azından
kendi statülerinin uluslar arası bir görüşmede resmileşmesi olanağını
verecekti.
O zaman ki
propaganda
‘’ Türk –
Kürt kardeşliği’’dır.
Bu propagandanın Türkiye’de ve
Lozan’da herkesi büyüleyici bir etkisi altında aldığından bu arada Kürtlerin ulusal istemleri sürekli ‘’düşman
kışkırtması’’ olarak nitelenmiştir.
*Lozan’da Kürtler kendi insani haklarıyla ilgili yasaları
elde edememişlerdir.
.*Lozan da Ankara’dan gelen heyetin Türkleri ve Kürtleri temsil ettiği
söylenmiştir.
İsmet paşa, Lozan Konferansında TBMM Hükümet
için;
‘’ Türklerin olduğu kadar Kürtlerinde
Hükümetidir.’’
‘’Kürtlerin
gerçek ve meşru temsilcileri Millet Meclisine girmiştir. Ve Türklerin
temsilcileriyle aynı ölçüde ülkenin hükümetine ve yönetimine katılmaktadır.’’
Deme
gereğini duymuştur.
ULUSALCI Dr. Rıza Nur ise;
‘’ Türkiye’de yalnız Türklerin ve Kürtlerin bulunduğunu, Kürtlerin
kaderinin Türklerin kaderiyle ortak olduğunu, Kürtlerin azınlık haklarından
yararlanmak istemediklerini ‘’ belirmiştir.
Anlaşılıyor
ki; Ankara’dan giden Heyet olarak uluslar arası bir antlaşmada Kürlerle ilgili
bir kararın alınmaması için yoğun bir mücadele vermişlerdir.
Ankara hükümeti anlaşmalar bitip
imzalandıktan sonra Uluslar arası durumunu güçlendirdiğinden artık bu
‘’kardeşliğe’’ bir son vermenin zamanın geldiğini de hesap etmiştir.
Zira Sonraki
süreçteki gelişmeler onu göstermektedir.
* Ankara Hükümetinin bütün çabası, imalı bir
biçimde da olsa Kürtleri içine alabilecek metinlere, anlaşma maddeleri içinde yer vermemektir.
* Siyasal
anlaşmalar düzeyinde bunu son derece önemli görmektedirler.
.*Türk Heyeti’nin
uluslar arası bir antlaşmada Kürlerle ilgili tek bir satırın geçmesini
istememesi, onların gelecekte hangi politikayı izleyeceğini göstermesi
bakımından anlamlıdır.
·
Ankara hükümeti kendi iktidar erkini
kuvvetlendirmesinden sonra Kürtlere yönelik
Karşı
eylemlere girmesi, 1925 ayaklanmasını doğurmuştur. (Şeyh Sait Ayaklanması)
* Şeyh Sait hareketi
içinde yer alan birçok önder Ankara Hükümeti ile birlikte kardeşlik adına uzun yıllar
birlikte çalışmışlardı, ama onlara karşı ayaklandıklarında önlerinde hiçbir
yasal dayanağının olmadığını görmüşlerdir.
*Kürtler Bu
yasal dayanakları gerek milli mücadele yılları içinde gerekse Lozan
Konferansında elde edebilirlerdi. Ancak Elde
edemediklerinden Ankara hükümeti Şeyh Sait ayaklanmasını Şeyh Sait isyanı
olarak Dünya Kamuoyuna istendiği biçimde duyurulmasını sağlamıştır.
* ŞEYH SAİT
isyanı Kürtlük duygusunu besleyip büyüten bir hareket olduğu görülmektedir.
*PKK’nın 1970’li yıllarda ilk çıkışı Marksist Lenin
temelinde bir çıkıştı. Ancak o gün PKK,
Marks ve Lenin temelinde bir çıkış değil de ve onun yerine
İslamiyet ve Din olarak çıkışı olsaydı bugün başarılıydı.
·
Osmanlı
Devleti içinden gelen ve Devlet aygıtını iyi tanıyan Ankara Hükümeti’nin
Kürtlere Yönelik
tavrında bilinçli bir çizgi görülmektedir.
* Daha başından beri Kürt yardımına
ihtiyaç duyduğu halde gelen yardımları tek tek birey olarak kendi hareketi
içine katmayı temel prensip olarak uygulamıştır.
*Kürtlerin bir blok olarak karşısına
gelmemesi için ‘’ Türk Ulusu’’ kavramını bilinçli olarak kullanmamıştır.
*Ermeni ve Hıristiyan tehlikesine karşı
Müslüman halkın birliğinden bahsetmiştir.
*Amasya, Sivas ve Erzurum Kongre sonuçlarına
dikkat edilirse Türk ve Kürt Ulusallığına ilişkin bir tek kelimeye
rastlanmamaktadır.
*Nitekim Türk Ulusalcılığı Misak-ı Milli
içinde hâkim bir ideoloji ancak Kürtlerin hakları konusunda dayanılacak hiçbir
resmi belge yoktur.
KÜRTLER RESMİ BELGE BİR FIRSATI ELE
GEÇİRMİŞLER MİYDİ?
Sorusuna
Tarih EVET demektedir.
1.) Kongreler Döneminde
2.) KOÇGİRİ İsyanı
Meclisteki
Kürt Milletvekilleri, KOÇGİRİ sorunun da askeri çözüm şekline ve sert önlemlere
karşı çıkmışlar ama diplomatik yolun ne olması gerektiği konusunda adım
atmamışlardır.
3.) Misak-ı Milli sınırları içinde otonom
Kürdistan programına karşı Kürt politik çevreleri,
güçlerini
yoğunlaştırıp bir ortak tavır
benimsememişler ve yetersiz kalmışlardır.
4.) LOZAN ‘da Kürtler kendi sorunlarının
gözlemcisi olabilecek bir grubu Türk heyeti
İçerisine
sokmayı düşünmemişler.
5.) Kürt guruplarının dağınık halde
bulunmaları nedeniyle Tüm görüşmelerde RESMİYET
Kazanmasına Engel
olmuştur.
6.)
KÜRTLER HER ŞEYİ İYİ NİYET GÖSTERİSİ
İÇİNDE, TÜRK HEYETİNİN İNSAFINA TERK ETMİŞLERDİR.
Sevr
antlaşmasında Kürtlerle ilgili resmi haklar uluslar arası bir antlaşmada yer
almıştır. Ancak bu antlaşma geçersiz sayılmıştır.
Bu nedenle
resmi belgelerde Kürtlerin haklarına dayalı tek kelime bulunmuyor.
(bugün de aynı kural geçerlidir.)
1923 SONRASI
Cumhuriyetin
ilanından sonra Kürtlere karşı başlatılan kimliksizleştirme hareketinin bir
boyutunu da Kürt Tarihi, Kültürü, Dili ve Coğrafyasının yok edilmesi
oluşturuyordu. Bunun için bir yandan bu doğrultuda ki faaliyetler yasaklanırken
diğer yandan da bu konularda ki mevcut ortadan belgelerin kaldırılması
kampanyası başlatıldı.
Bu kampanya
çerçevesinde Misak’ı Milli Döneminde Kürtler lehinde kabul edilen
düzenlemelerin ve resmi yetkililerin açıklamaları ve yazılan yazıların ortadan
kaldırılması işlemleri de yürütüldü.
Bir yandan
kütüphaneler ve özel arşivler Kürtler ile ilgisi her türlü belgeden ve bilgiden
arındırılırken diğer yandan; bilim adamları, ortadan kaldırılması mümkün
olmayan birtakım belgelerin çarpıtılması faaliyetini yürütüyordu. Misak-ı Milli
bu belgelerin başında yer alıyordu.
Misak-ı
Milli bir Türk-Kürt devleti kurulmasına bağlı olarak ‘çok etnili’, ‘çok
toplumlu’ ve ‘çok bölgeli’ bir millet ve devlet anlayışını ifade eden karar ve
beyana rağmen Türk ve Siyaset Bilimcisi ve Tarihçisi, bilim adına bu belgeleri
Türk Milliyetçiliğinin belgeleri olarak ilan etmekte sakınca görmüyorlardı.
Türk Bilim
adamları, toplumsal hakları ve bölgesel koşullarına az da olsa söz ederken
etnik haklarına saygılı olacakları ibaresinden hiç söz etmemekte ve hatta
görmemezlikten gelmektedirler.
Türk
Milliyetçiliğinin yeniden sahneye çıkışının başlangıcıdır.
Türk
Yönetimi Lozan ‘da aldığı uluslar arası destek ile mütareke döneminin anayasal
belgeleri ile benimsenen devlet ve millet anlayışından vazgeçerek Türk
Milliyetçiliğini yeniden devletin resmi ideolojisi olarak yürürlüğe koydu.
Serbesti.
Sayı I Sayfa 15-28
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder