20 Mart 2014 Perşembe


PRINCETON ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ RODRİK WALL STREET JOURNAL’A KONUŞTU: “TÜRKİYE EKONOMİSİNİ ZOR GÜNLER BEKLİYOR”

Princeton Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dani Rodrik Amerikan iş çevrelerinin gazetesi Wall Street Journal’a konuştu: “Efsane yapılmış Türkiye ekonomisini zor günler bekliyor”.

Wall Street Journal’ın Prof. Dr. Dani Rodrik ile yaptığı röportaj şöyle:

WSJ: 11. yılın sonunda AKP’nin uyguladığı ekonomi politikaları tartışılmaya açıldı. Tartışmaların bir tarafında, AKP’nin çok başarılı bir ekonomi yönetimi gerçekleştirdiğini savunuluyor. Karşı görüşte olanlar ise AKP’nin yapısal reformları yapmayarak sürdürülebilir ekonomik başarının temellerini atamadığını düşünüyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Rodrik: “Bir yandan olumlu dış konjonktür, diğer yandan Türkiye’nin yabancı ülkelerde iyi pazarlanması sayesinde Türkiye’nin ekonomisine dair bir efsane yaratıldı. İç ve dış yayınlarda AKP döneminde Türkiye’nin milli gelirinin dört kat arttığını hala okuyabiliyoruz. Halbuki, doğru rakam milli gelir için yüzde 64, kişi başına milli gelir için ise yüzde 43 civarında bir artış. Diğer gelişmekte olan ülkelerle kıyaslayacak olursak, bu olağanüstü değil, vasat bir performans. Gene de bu büyüme sayesinde Türkiye’de yoksulluk oranı düştü, orta sınıf genişledi, eğitim-sağlık alanlarında önemli adımlar atılabildi. AKP yönetimi, Kemal Derviş’ten devraldığı ekonomi politikalarla özellikle başlarda fazla oynamayarak genelde temkinli strateji izledi.  Ama Türkiye’nin özellikle son birkaç sene içinde büyüme motoru dış borçlanma oldu. Büyüme, iç tasarruf ve verimlilik artışı yerine kredi pompalanması ile sağlandı. AKP; Türkiye’de adeta yeni bir ekonomik popülizm getirdi. Eskiden popülizm devlet harcamaları ve para emisyonu ile yürütülürdü, sonucu da yüksek enflasyon olurdu. Şimdi özel sektörün borçlanmasını teşvik edici bir ortam sağlanıyor, sonucu da sürdürülemeyecek kadar geniş dış açıklar oluyor”.

WSJ: Yine 11. Yılın sonunda ABD Merkez Bankası’nın parasal genişlemeden çıkması ile Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülkeyi zor bir dönemin beklediğini savunanlar var. Türkiye, bir ödemeler dengesi sorunu yaşamadan bu dönemi atlatabilir mi? Nasıl?

Prof. Rodrik: “Türkiye artık dalgalı kur rejiminde olduğu için eski stil bir ödemeler krizi geçirmez. Yani bir günden diğerine ülke kendini bir kriz içinde bulmaz. Ama ekonomi, dış kırılganlıkları yüzünden bir süredir zaten yeni ve çok daha olumsuz bir döneme girmiş durumda. Döviz kurunun periyodik olarak baskı altında kalacağı, kurdaki oynaklığını epey artacağını, yatırım ve büyüme oranlarının düşük kalacağını düşünüyorum. Bunlara bağlı olarak da özellikle iç pazara yönelik, fazla borçlanmış özel şirketler hayli zorlanacaklar.  Bu arada ekonominin siyasetle etkilenmesini de unutmamak lazım. Türkiye’nin şu andaki siyasi gerginliğinin ve olası sonuçlarının borsa, tahvil ve döviz piyasalarında yeteri kadar fiyatlandırıldığını sanmıyorum. Siyasi istikrarsızlık piyasalarda önemli düşüşler getirilebilir”.

WSJ: Cari açık ve dış finansmana bağımlı büyüme modelinden Türkiye nasıl kurtulabilir?

Prof. Rodrik: “Ancak iç tasarrufların artırılması ve dış borçlanmanın daha az çekici hale getirilmesi ile… Ekonominin hızlı büyüdüğü dönemlerde kamu maliyesi politikası daha sıkı olmalı, iç tasarruflara daha fazla katkı yapmalıydı. Keza kısa vadeli dış borçlanmanın çok arttığı zamanlar buna karşı önlem alınmalıydı. Bunların yerine makroekonomik popülizmin gereği olarak tüketim teşvik edildi”.

WSJ: Türkiye’nin sorun yaratmadan sürdürülebilir büyümeyi sağlaması için yapması gerekenler listesinin ilk 3 maddesine neleri yazarsınız?

Prof. Rodrik: “Birinci olarak özel tasarrufları teşvik edici bir dizi önlem düşünürdüm. İkinci olarak, Türkiye’nin dış kırılganlığını azaltmak amacıyla kısa vadeli yabancı sermaye akımlarını icabında vergileme yoluyla kısıtlayan önlemler getirirdim. Üçüncü olarak, son senelerde siyasi kontrol altına alınmış ve rant dağıtıcı hale getirilmiş ekonomi yönetim kurumlarını –denetleyici kurullar, Maliye, ihale düzeni vs… yeniden tesis etmeye çalışırdım”

WSJ: Küresel likidenin azalmaya devam edeceğ ve yine küresel faiz hadlerinin yükseleceği varsayımı altında Türkiye’nin uzun süreli düşük büyümeye sürecine girdiği yönünde görüşler var. Siz ne düşünüyorsunuz?

“Genelde Türkiye konumunda tüm ülkelerin daha düşük büyüme dönemine girdiğini düşünüyorum”.

WSJ: 1980 sonrası uygulanan liberal politikaların gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz? Bu açıdan devletin ekonomide yeniden aktif rol alması, Şevket Pamuk’un ifadesiyle "kaliteli devlet müdahaleciliği" fikrine nasıl bakıyorsunuz?

“Türkiye’de ekonomi yönetimi her zaman müdahaleci oldu. Tek değişen müdahalenin stratejisi ve kimlerin lehine yapıldığıydı. Mesela, Özal’ın 1980 başlarında uyguladığı dışa açılma politikası ihracatçılar lehine uygulanan hayli müdahaleci bir politikaydı.Kaliteli devlet müdahaleciliği kalkınmakta olan ülkeler için kaçınılmaz bir zorunluluktur. Ancak ülke ekonomisi geliştikçe ve farklılaştıkça eskisi bir tepeden inme, yukarıdan yönetilen, merkezden yönlendirilen politikalar yetersiz kalmaya başlar. Ülkenin değişik coğrafyalarını, sosyal katmanlarını, şirket kümelerini kapsayıcı daha ademi merkeziyetçi kurumlar ve politikalar gerekir. Devlet ile özel sektör arasında değişik seviyelerde süregelen bir diyalog tesis edilmesi gerekir. Bunun da ilk şartı devlet yöneticilerinin kendilerini değişik şirket gruplarıyla eşit mesafede hissetmeleri, yani siyasi amaçlarla bazılarını kayırmamalarıdır”.

WSJ: Bu açıdan yurt içi üreticilerin korunması adına, Gümrük Birliği’nin gözden geçirilmesi/iptal edilmesi ya da serbest ticaret anlaşmasına çevrilmesinin bir faydası  olabilir mi?

Prof.Rodrik: “Türkiye’nin bu konuda geri adım atması bu noktada fayda vermeyecektir”.

WSJ: Demokrasi, hukuk devleti ve ekonomik başarı arasındaki güçlü ilişkiye yönelik literatürde de önemli çalışmalara imza atılıyor. Siz de bu alanla ilgilisiniz. Sizce Türkiye’deki siyasal düzen ile ekonomik performansı arasındaki ilişki ne düzeyde?

Prof. Rodrik: “Siyasal düzen ile ekonomik performans arasında uzun vadede sıkı bir ilişki var. Kalkınmış ülkelerin neredeyse hepsinin demokrasi ile yönetiliyor olması bunun bir göstergesi. Ancak kısa-orta vadede ayrışma olması mümkün. Mesela Çin otoriter bir rejimle çok uzun mesafe kaydetti. Ancak sanmıyorum ki eğer Çin orta gelir ülkesinden ileriye atılım yapacaksa, siyasi rejimini de liberalize etmek zorunda kalacak. Keza Türkiye’nin siyasi sorunları kısa vadede ekonomiye çok olumsuz etki yapmış olabilir ama uzun vadede kesinlikle önünü tıkayan en önemli faktördür”.

WSJ: Son günlerde yolsuzluk iddiaları Türkiye gündeminden düşmüyor. Bu iddiaların, Türkiye’nin imajı ve ekonomisi üzerindeki etkisi konusunda gözleminiz nedir?

Prof. Rodrik: “Az önce siyasi sorunlarla ilgili söylediklerim yolsuzluk için de geçerli. Çok hızlı büyümüş birçok ülkede yüksek oranda yolsuzluk görebiliyoruz. Türkiye’de yolsuzluğun boyutları, şimdi ortaya çıktığı kadar olmasa da, bilinen bir şeydi. Yolsuzluk, değişik firmaların ve sektörlerin önünü açtığı oranda (Doğu Asya’da olduğu gibi) bazen büyümeye katkı dahi yapabilir. Gene Özal’a dönecek olursak, ihracat patlamasına ve büyümeye zarar vermemesi için bir ölçüde yolsuzluğa göz yumduğunu biliyoruz. Ancak yolsuzluk yatırımları teşvik etmekten öte rant yaratıp dağıtmak ve özellikle siyasilerin kendilerini zenginleştirmek amacıyla kullanılmaya başladığı zaman siyaseti zehirlediği gibi ekonomiyi de frenlemeye başlar. Türkiye’nin de bu noktaya geldiğini açıkça söyleyebiliriz”.

WSJ: Merkez Bankası, küresel kriz sonrasında "Türk Usulü Para Politikası" olarak adlandırdığı bir dizi ortodoks olmayan para politikası uygulaması gerçekleştirdi. Genel hatlarıyla MB’nin bu süreçteki performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Rodrik: “Faizlere dair üzerindeki baskılar ve siyasi kısıtlar yüzünden Merkez Bankası bu değişik yolları denemek zorunda kaldı diye düşünüyorum. Bu şartlar altında gene de başarılı oldu bence. Kur ve enflasyon tahminleri konusunda bence piyasadan biraz geride kalarak son zamanlarda kredibilitesinden bir şeyler kaybetti. Hükümet ve maliye politikalarının Merkez Bankası’nın işini hiç de kolaylaştırmadığını söyleyebiliriz. Maliye politikaları ile para politikaları arasında olması gereken koordinasyon pek yok”.

WSJ: Türkiye 1990 sonrası küreselleşme sürecinden en genel hatlarıyla değerlendirirseniz, başarılı mıdır yoksa başarısız mı?

Prof.Rodrik: “Küreselleşmeyi ülkeler genelde iki şekilde kullandılar. Ya üretime ağırlık vererek ve önemli bir dış ticaret vasıtasıyla sanayileşme süreçlerine ivme katarak. Asya ülkelerinin önemli bir kısmı stratejiyi benimsedi. Ya da dışarıdan borçlanıp, iç tüketimi körükleyerek. Türkiye bu ikinci yolu seçti. Dolayısıyla ilerisi için yeteri kadar yatırım yapmamış oldu ve kendisini krizlere karşı savunmasız bıraktı”.

WSJ: Türkiye’nin büyüme oranlarını Twitter üzerinden Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile tartışmıştınız. Şimşek, Türkiye’nin gelirinin 10 yılda 3,5 kat arttığını savunmuş, tartışma ise daha dolar bazında yapılan hesaplama yöntemi üzerineydi. Kurlardaki son yükseliş sonrası bu konudaki görüşünüz nedir?

Prof. Rodrik: “Kurlardaki son yükseliş Mehmet Şimşek’in hesabının ne kadar yanlış olduğunu gösteriyor. Son bir sene içerisinde TL, dolar karşısında yüzde 20’den fazla değer kaybetti. Sırf bu yüzden reel gelirimizin beşte biri kadar gerilediğini söylemek doğru olabilir mi? TL-Dolar enflasyon farkını katsak dahi, TL reel olarak yüzde 10-15 değer kaybetmiş, dolayısıyla dolar bazında gelirimiz o kadar gerilemiş görünüyor. Bunu Şimşek’in kabul edeceğini sanmam. Halbuki " Son 10 sene içerisinde Türkiye’nin geliri dörde katlandı" derken yaptığı hesap aynen buydu. TL’nin reel olarak değer kazanmasından kaynaklanan fakat vatandaşın gerçek satın alma gücünde görünmeyen bir artıştan bahsediyordu. Aradaki farkı ve doğru yöntemin hangisi olduğunu şimdi anlamış olduğunu tahmin ediyorum”.

OBAMA’NIN ESKİ ULUSAL GÜVELİK DANIŞMANI AMERİKA’NIN SESİ’NE KONUŞTU: “TÜRKİYE, AMERİKA’NIN ÖNEMLİ ORTAKLARINDAN BİRİ OLMA ŞANSINA SAHİP”

Obama yönetiminin eski Ulusal Güvenlik Danışmanı James Jones’a göre, Türkiye birçok farklı bölgesel tehditle başa çıkmada Amerika’nın önemli ortaklarından biri olma şansına sahip.

Jones’un Amerika’nın Sesi’ne (VOA) verdiği röportaj şöyle:

VOA: "Barack Obama, başkanlığının ilk yıllarında Türkiye’ye çok odaklandı. İlk dış ziyaretlerinden birini Türkiye’ye yaptı. Siz o sırada Ulusal Güvenlik Danışmanıydınız. İlişkilerin o dönemden bu yana nasıl bir değişim geçirdiğini söyleyebilirsiniz?”

James Jones: “Obama yönetiminin ilk birkaç yılında Türk-Amerikan ilişkilerini çok önemli gördüm. Sanıyorum son iki-üç yılda aynı telden çalmadığımızı fark ettim. Bunların bazıları, Türkiye’nin kendi iç siyasi sorunlarından kaynaklanıyor. Bazılarıysa Suriye krizi ve bu krizi çözme yolları konusundaki anlaşmazlıklar. Bugünlerde Putin’in Kırım’daki yeni saldırganlığına baktığımızda ve bu olayın Türkiye’nin sınırlarına yakın olduğunu gördüğümüzde, sanıyorum bu önemli sorunlar çevresinde yeniden bir araya gelme fırsatına sahibiz. Görüş ayrılıkları yaşadığımız konular bizi tüketmemeli. Örneğin Türkiye, Irak, Amerika ve Kürt Bölgesel Yönetimi’nin bir araya gelip Irak’ın güneyinden Akdeniz’e uzanan bir dizi gaz ve petrol boru hattı kurması her kesimin yararına olur. Bu, bölgeyi geliştirir, Türkiye’nin enerji kaynaklarını çeşitlendirme hedeflerini gerçekleştirmesine yardımcı olur. Bu aynı zamanda Putin’in Kırım’daki faaliyetlerine yönelik bir mesaj da olacaktır.”

VOA: “İkili ilişkiler yıllarca askeri odaklı oldu. O dönem bu ilişkiler daha çok PKK’yla mücadeleye ağırlık veriyordu. Şimdi artık bu durum geçmişte kaldı, Türkiye bir siyasi uzlaşma sürecine girdi. Sizce bundan böyle iki ülkenin yakın işbirliğini gerektirecek hangi tehdit unsurları mevcut?”

James Jones: “Ne yazık ki çok sayıda tehdit var. Öncelikle İran ve bu ülkenin nükleer silah üretme sorunu var. Umalım, görüşmelerden bir sonuç çıksın. Dürüst olayım, ben o kadar iyimser değilim. Ben yaptırımların İran’ı masaya geri getirmekte etkili olduğuna inanıyorum. Umarım görüşmeler başarılı geçer, ama İran’ın hala samimi olduğuna inanmıyorum. Sonra özellikle Ukrayna’da, Kırım’daki sorunlar ortaya çıkınca Suriye dikkatlerden uzaklaştı. Bu büyük bir hata. Çünkü Devlet Başkanı Esat seçimlerle konumunu güçlendirme yoluna gidiyor. Uluslararası toplum bu konuda çok bir şey yapmadı. Katliamı, suçsuz insanları, kadınların ve çocukların öldürülmesini durdurmak bir vicdan borcu. Bu katliamlar aynı zamanda büyük bir mülteci sorunu yaratıyor. Irak gittikçe daha istikrarsız hale geliyor. Bundan dolayı Başbakan Maliki, ortak bir enerji boru hattı niyetini ortaya koyarak uzlaşma çabalarına yardım etmek istiyor. Çünkü boru hattı, Şiiler, Sünniler ve Kürtler’i ekonomik açıdan kalkındıracak, tüm Irak’a ve bölgeye yardımcı olacak. Bunun Irak’a son derece olumlu etkisi olacak, siyasi olarak da Maliki’ye yardımı dokunacak."

VOA: “Siz geçmişte Ortadoğu özel temsilciliği de yaptınız. İsrail-Filistin sorunu konusunda ne söyleyebilirsiniz?”

James Jones: “İsrail-Filistin konusu önemli bir konu. Dışişleri Bakanı John Kerry, bir süredir Ortadoğu Barış Görüşmelerini yeniden canlandırmak için görüşmeler yürütüyor. Umalım bu çabalar başarıya ulaşsın. Ancak bunun olması için iki tarafın da istek göstermesi gerekiyor. Ne kadar istekli olduklarını söyleseler de eylemleri sözleriyle uyuşmuyor. Oysa ki bu sorunun çözümü belki de dünyadaki en önemli konu. Birçokları çözüme, bir anlaşma olacağına inanmaya başladı. Bu sorunun çözümünün Ortadoğu’nun barışı ve istikrarına önemli katkısı olacak. Türkiye açısından da şöyle bakabiliriz. Ankara’da görev yapmış biri olarak çevremde bu kadar sorun olduğunu görürsem haklı olarak kaygılanmam gerekir.

19 Mart 2014 Çarşamba


CUMHURBAŞKANI GÜL’ÜN DANIŞMANINDAN WALL STREET JOURNAL’A İNTERNET MEKTUBU

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Danışmanı Yusuf Müftüoğlu, Wall Street Journal gazetesine bir mektup göndererek Cumhurbaşkanı Gül’ün internet yasasını ancak en tartışmalı maddelerinin gözden geçirileceği yönünde hükümetten güvence aldıktan sonra onayladığını yazdı.

Müftüoğlu mektubunda anayasa uyarınca Cumhurbaşkanı’nın yasayı ikinci defa veto etme yetkisinin bulunmadığına dikkat çekerken, “Mevcut iklimde, hükümetin yasada herhangi bir değişiklik yapmadan geçirmesi çok muhtemeldi. Böylece cumhurbaşkanı, amacına akıllı ve verimli diplomasiyle ulaşmış oldu”.

Mektubu ‘Cumhurbaşkanı, İnternet Yasasına Direndi” başlığı ile yayınlayan ABD’li gazete, “Cumhurbaşkanı Gül,  internet yasasını ancak en tartışmalı maddelerinin hemen gözden geçirileceğine ilişkin hükümetten güvence isteyip aldıktan sonra onayladı.

Daha önce Wall Street Journal’ın, ‘Türk Siyaseti’nin Paranoyak Tarzı" başyazısında Cumhurbaşkanı Gül’ün, internete erişiminin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve partisince ciddi biçimde kısaltılmasını önlemede güçsüz kaldığı ifade ettiğini kaydeden Müftüoğlu, “Evet, Cumhurbaşkanı, internet yasasını 18 Şubat’ta onayladı. Ama bunu, yasanın en tartışmalı maddelerinin, yani küresel kurallara en aykırı olan maddelerinin, hemen gözden geçirileceğine ilişkin hükümetten güvence isteyip aldıktan sonra yaptı. Cumhurbaşkanı Gül’ün onay vermesinin ardından Hükümet yasaya ilişkin değişiklikleri Parlamentoya sundu. Cumhurbaşkanı Gül bu değişiklikleri 28 Şubat’ta imzaladı.

Mektubunda yasada yapılan dört önemli değişikliğe ilişkin bilgi veren,  ilk olarak Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının bir sayfa bloke ettikten sonra 24 saat içinde onayı almak üzere mahkemeye başvurması gerektiğine dikkat çeken Müftüoğlu mektubunu,  “İnternet yasasında yapılan diğer değişiklikler var. Bu dört değişiklik kritik önem taşıyor. Türk Anayasası uyarınca Cumhurbaşkanı’nın yasayı veto etse ikinci defa veto etme yetkisi olmazdı. Mevcut iklimde, hükümetin yasayı değiştirmeden geçirmesi çok muhtemeldi. Böylece cumhurbaşkanı amacına, akıllı ve verimli diplomasiyle ulaşmış oldu” sözleriyle noktaladı.

17 Mart 2014 Pazartesi


                       

                     ANA DİLDE EĞİTİM

 
Ana Dilde Eğitim,  Türkiye’nin çekinceleri:

           1982 Anayasamızın 3, 14 ve 42’ci maddeleri ve 25. Ocak.2004 tarihinde yürürlüğe giren ‘’ Ana Dil Yönetmeliği ‘’ 4 ve 8 maddeleriyle  Türkçe dışında dil ve lehçelerde yayınlara ilişkin yönetmelikle İletişim Türkçedir. Türkçenin kullanılması zorunluluğu getirilmiştir.

Madde 4 — Yayınların Türkçe yapılması esastır. Türkçeden başka bir dil ve lehçede yayın yapılamaz

           Türkiye bu yasal gerekçeler ile Ana dilde Eğitime ve Türkçe dışında başka dillerin kullanılmasının yasaklanması veya şartlara bağlanması nedeniyle karşı çıkmaktadır.

Siyaseten ise Ana dilde eğitimin serbest bırakılması Türkiye’yi böler görüşü hâkimdir.

ANA DİL YÖNETMELİĞİ MİLLETLER ARASI SÖZLEŞMELERE AYKIRIDIR.

Şöyle ki;
AGİT (Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı)  Genel İlkeler bölümü ve 1. Maddesi ‘’ ulusal

azınlıklara mensup olanlar dahil, herkesin seçtiği dilde herhangi bir engelle karşılanmaksızın  ifade, bilgi alma, arama ve verme özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hakların kullanımı ancak Uluslar arası yasalara uygun olması şartıyla kısıtlanabilir. ‘’

2004 tarihli yönetmelikte, İletişim dilinin Türkçe olduğu, Türkçenin kural ve özeliklerinin bozulmadan kullanılması zorunluluğu ve Türkiye’nin kültür, eğitim ve bilim dili olarak tanıtılması AGİT’İN yukarıdaki ilkesiyle çelişiyor.

             Yönetmeliğin 5. maddesinin 2 ve 3 bendinde yer verilen "Bu dil ve lehçelerde yayınyetişkinlere, haber, müzik ve kültüre yönelik olacak", "yayınlar bu dil ve lehçelerin öğretimine yönelik yapılamaz" ifadeleri, yine AGİT'in "Kültür ve Dil Çeşitliliği" başlığı altında yer verilen "Devletler, çeşitli düşünce ve bilgilerin değişik dillerde ifadesini bulabileceği bir ortam yaratarak tercih özgürlüğünü güvence altına almamıdır" kriterlerine aykırılık gösteriyor.

            Kimliği koruma ve gelişme güvencesi Yönetmeliğin aynı düzenlemeyle ihlal ettiği bir başka ilke de, "Kimliğin Korunması" başlıklı, "Ulusal azınlıklar dâhil, herkes kendi dilini kullanarak veya medya yoluyla kendi kimliğini geliştirme hakkına sahiptir" ifadesinde yer alıyor.
         Lozan'da "ulusal azınlıklar" güvencesi Lozan Anlaşması'nda Türkiye, "özel, ticaret, din, basın Ve yayıncılık, kamu ve her alanda" hiçbir şekilde dil kullanımını engellemeyeceğini taahhüt etti.

AİHM  (Ana dilde eğitim hakkı talebi, İfade özgürlüğüdür.)
13. Ocak.1995‘te kurulan Eğitim-Sen, Eylül 2001 de tüzüğünün 2. Maddesinin 3 fıkrası

‘’Toplumun bütün bireylerinin, temel insan hakları ve özgürlükleri doğrultusunda, herkesin kendi anadilinde, cins ayrımcı olmayan, eşit, demokratik, laik, bilimsel, parasız ve kamusal nitelikli eğitim görmesini savunur."

Yargı süreci sonucunda Eğitim-Sen 3.Temmuz.2005’ te tüzüğünden ifadeyi kaldırdı.

Sendika AİHM’e başvurusunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ‘’ ifade özgürlüğü’’ ‘’sendika kurma özgürlüğünü ‘’ düzenleyen 10 ve 11 maddelerine ihlal edildiğini ileri sürdü.

AİHM Kararında ‘’ Ana dil talebinin, ulusal güvenliği yada kamu düzenini tehdit etmediğini..’’ açıklayınca bu durumda,

Eğitim- Sen ‘’ana dilde eğitim’’ ifadesini 15.Mayıs.2011 deki 8. Olağan Genel Kurulunda tekrar tüzüğüne koymuştur
1945 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'ne (Şartı'na) taraf olan Türkiye

          Cumhuriyeti, 1966 yılında kabul edilen ve 1976 yılında yürürlüğe giren “İkiz Sözleşmeler” adı ile de bilinen

* İktisadi, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme

*Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme

          Türkiye Cumhuriyeti bu sözleşmeleri, 15.08.2000 tarihinde imzalamıştır. 4867 ve 4868 numaralı kanunlarla onaylanan Sözleşmeler, 23.09.2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Anayasa m.90/5 uyarınca, Anayasaya aykırılığı dahi iddia edilemeyecek bu sözleşmeler,

Yüce Meclisten de geçmiştir.

           Türkiye bu sözleşmeleri imzalarken, Birleşmiş Milletler İktisadi, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin “Eğitim - öğrenim hakkı” ile ilgili 13. maddesine Türkçe lisanı konusunda Anayasanın 3, 14 ve 42. maddelerini,

                Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin de azınlık hakları ile ilgili 27. maddesine de Lozan Sözleşmesi'ni gerekçe göstermek suretiyle çekince koymuştur.

               Türkiye Cumhuriyeti şu an, başta eğitim - öğrenimde olmak üzere Türkçe resmi dilinin kamu hizmetlerinde tek dil olarak kullanımını kabul etmiştir.

Bu uluslararası sözleşmelere göre, halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir.

Halklar, bu hak vasıtasıyla kendi siyasi statülerini serbestçe tayin edebilecekler, iktisadi, sosyal ve siyasi varlıklarını serbestçe sürdürebileceklerdir. Tüm halklar, bulundukları coğrafya üzerinde mevcut doğal kaynakları ve zenginlikleri kendi yararına serbestçe kullanabileceklerdir. Bir halk, sahip olduğu maddi kaynaklardan hiçbir şekilde yoksun bırakılamayacaktır. Sözleşmelere taraf olan tüm devletler, halkların kendi kaderlerinin tayin hakkının sağlanması için çaba gösterecekler ve Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'ne uygun olarak bu hakka saygılı olacaklardır.

Türkiye burada Üniter yapı içinde ‘’Ayrı Halk ‘’ olarak nitelendirilmesi ve  ‘’ Özerklik’’ kazanma olarak yaklaşım göstermektedir.

          Bu sözleşmeleri imzalayacaksın ve TBMM de kabul edilerek Anayasamızın 90/5 maddesi gereğince Türkiye’yi bağlayıcı olarak kabul edeceksin ve bugünde Kürtlerin bu hakkı talep edince de karşı çıkacaksın
bu nedenle  Sözleşmeler değil de Türkiye güçlü devlet olarak bu sorunu kendisinin Demokrasi içinde çözmelidir.

             Yüzyıllardır Kürtlerin Demokratik hak ve talepleri Önceleri ‘’Düşman Talepler’’ Daha sonra ‘’ Vatanı Bölme’’ talepleri ve günümüz de ise ‘’ Terörist ‘’ talepler denilmektedir.

              Kürtlerin Demokratik Hak Ve Taleplerinden olan Ana Dilde Eğitim talebi Silahlı direniş yada Şiddet kullanımını özendiren bir kapsamda değildir.

İfade özgürlüğü kapsamındadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

13 Mart 2014 Perşembe


                                                                                                                    13 MART 2014

Berkin Elvan’ın ölümünün ardından düzenlenen protesto gösterileri ve on binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen cenaze töreni tüm dünya basınında yankılandı.

 

BBC: “HUZURSUZLUK, ERDOĞAN’A BASKIYI KÖRÜKLEDİ”

GUARDIAN:“YENİDEN BAŞLAYAN HUZURSUZLUK, ERDOĞAN ÜZERİNDEKİ BASKIYI ARTIRABİLİR

FINANCIAL TIMES: “BERKİN, TÜRKİYE’Yİ SARSTI”

AGENCE FRANCE PRESS (AFP):“BERKİN’İN HİKAYESİ POLİSİN AŞIRI SERT TAKTİKLERİNİN SEMBOLÜ OLDU”

VENEZUELA BASINI: “BİZİ TÜRKİYE GİBİ GÖSTERMEK İSTİYORLAR”

BERKİN’İN BABASI BBC’YE KONUŞTU: “ONUN DEVLET TARAFINDAN ÖLDÜRÜLEN BİR ÇOCUK OLARAK BİLİNMESİNİ İSTİYORUM”

GUARDIAN: “ERDOĞAN’IN SAYGINLIĞI, AİLESİ VE YAKINLARININ BULAŞTIĞI YOLSUZLUK SKANDALLARI İLE PARÇALANIYOR”

RUSYA’NIN SESİ: “TÜRKİYE, BERKİN İÇİN SOKAKTAYDI”

JERUSALEM POST: “ERDOĞAN BUNLARI ATLATABİLECEK Mİ?

İNDEPENDENT: “BERKİN, EYLEMCİLER İÇİN CEZASIZLIĞIN SEMBOLÜ”

EL ARABİYA :“BERKİN’İN ÖLÜMÜ, ERDOĞAN’IN TARTIŞMALI ADIMLAR ATMAKLA SUÇLANDIĞI BİR DÖNEME DENK GELDİ

ANSA: “GÖSTERİLER TÜRKİYE DIŞINA DA TAŞTI”

LE FİGARO: “TÜRKİYE’DE SEÇİME 3 HAFTA KALA KRİTİK GÖSTERİLER OLDU”

EL PAIS: “BERKİN, İSLAMCI HÜKÜMETE MUHALEFETİN SEMBOLÜ OLDU”

FRANCE 24: “GÖSTERİLER, SADECE TÜRKİYE İLE SINIRLI KALMADI Avrupa ve Kuzey Amerika’da 26 şehirde daha insanların sokaklara dökülmesiydi ”

LE MONDE: “TÜRKİYE’NİN BİRÇOK KENTİNDE ERDOĞAN’A ÖFKELERİNİ HAYKIRDILAR”

Wall Street Journal gazetesi, “Çatışmalar, bu aydaki kritik seçimler öncesi ülkenin karışıklıklar içine sürüklenebileceği korkularını körüklüyor

CNN INTERNATIONAL: “ERDOĞAN, BERKİN VE AİLESİNİN ADINI AĞZINA ALMADI”

WALL STREET JOURNAL: “ÇATIŞMALAR, KORKULARI KÖRÜKLÜYOR”

REUTERS: “BERKİN’İN ÖLÜMÜ, EN GENİŞ KAPSAMLI SOKAK GÖSTERİLERİNİ TETİKLEDİ”

DAILY TELEGRAPH: “BİNLERCE KİŞİNİN ÖFKESİ ERDOĞAN’A YÖNELİK”

İngiliz Telegraph,Berkin Elvan’ın cenazesinde sokakları dolduran binlerce kişinin öfkesi, geçen yaz ki Protesto gösterilerini şiddetle bastıran ve polisi kahramanlık gösterdiği için öven Türkiye Başbakanı Erdoğan’a yönelikti” ifadesini kullandı.

Financial Times gazetesi, “Berkin Elvan’ın ölümü Türkiye’yi sarstı. Gezi protestolarının aksine bu defa televizyon kanalları Cenaze törenini geniş biçimde yansıttı. Kanallar bu yıl hem Erdoğan ile bir mücadele içinde olan Fethullah Gülen’e yakın medya hem de daha laik kuruluşların hükümete ilişkin konuları daha agresif biçimde haberleştiriyorlar

10 Mart 2014 Pazartesi


 “TÜRKİYE’DE KADINLARIN DURUMU İYİLEŞMELİ”

            “Türkiye’deki kadınların durumu iyileşmeli”

   Birleşmiş Milletler’in geçtiğimiz günlerde yayınladığı ve Türkiye’deki cinsiyet eşitsizliği sorununa yer verilen raporuna dikkat edersek
 “Son on yılda Türkiye’deki kadınların durumu gelişme gösterdi; ancak geçtiğimiz günlerde yayınlanan Birleşmiş Milletler raporu,
   bazı cinsiyet eşitsizliklere yer verdi. 
  Siyaset, ekonomi ve eğitime kadınların katılması,
  ülkenin iyileştirmesi gereken bazı temel alanlar söz konusu. Türkiye’deki siyasetteki kadınların sayısının, AB’nin en düşük oranına sahip. 
  Kadın istihdamı ise  AB ortalamasının yarısı kadar. Türkiye’deki toplam 2.8 milyon okuma yazma bilmeyen kişiden 2.3 milyonu kadın.
   Türkiye’deki kadınların yüzde 40’ı ise hayatları boyunca şiddet mağduru olacak” gözükmektedir.

SAFIN DIZAI RUDAW’A KONUŞTU:“TÜRKİYE ÜZERİNDEN PETROL İHRACATI KONUSUNDA ANLAŞMA YOK”

Rudaw gazetesi, Enerji İşleri’nden sorumlu Irak Başbakan Yardımcısı Hüseyin Şahristani’nin Bölgesel Kürt yönetimi ve Irak arasında Türkiye üzerinden yapılacak petrol ihracatı konusunda Cumartesi günü anlaşmaya varıldığı yönündeki açıklamalarına karşın, görüşmelerin sürdüğünü söyleyen Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Sözcüsü Safin Dizai’nin anlaşmanın olmadığını söylediğini yazdı.

Erbil merkezli Rudaw gazetesine konuşan Dizai, “Kürdistan Bölgesi ve federal hükümet arasında Kürt petrolünü Devlet Petrol Pazarlama Kurumu (SOMO) aracılığıyla dünya pazarına ihraç etme konusunda anlaşma yok” dedi.

Irak’ın Şii yönetimindeki hükümetin, anayasaya gönderme yaparak Türkiye üzerinden büyük miktarda ihracata başlama niyetinde olan Kürt Bölgesi ile ciddi bir fikir ayrılığı içinde sıkışıp kaldığına dikkat çeken Rudaw, “Bağdat,  petrol ihracat gelirlerinin SOMO tarafından idare edilmesi gerekliliği üzerinde ısrar etti. Kürtler’in ise, SOMO’nun gözlemciliği ile hem ihracatı hem de gelirleri idare etmek istediği belirtiliyor” dediği haberinde, “Geçtiğimiz günlerde Bölgesel Yönetim Lideri Barzani’nin Kürtler’in anayasal haklarından taviz vermeyeceğini söylemişti” derken, Dizai’nin, “Erbil hala, birkaç hafta önce Kürt delegasyon tarafından Bağdat’da federal hükümete yapılan bir dizi öneriye, nihai yanıt bekliyor” şeklindeki sözlerini de aktardı.

7 Mart 2014 Cuma

 
 
 
 
 
 

KÜRTLER, TÜRKİYE’DEKİ KRİZİN KAZANANI”

AK Parti’nin şu günlerde Kürtlerle yeni bir uzlaşma arayışında olduğunu Kürtlerin, Türkiye’deki krizin kazananları konumunda olduğunu,

Yeni haklara  kavuşan ve kendilerine siyasi vaatlerde bulunulan Kürtler ülkenin geleceğine yönelik kavgada ve polis devletinin güçlendirilmesi emarelerinin görüldüğü bir ortamda Kürtlerde tehlikede”

 Zira siyasi rüzgârın günün birinde ters yönden esmesi halinde, bunun ilk kurbanı Kürtler olacaktır.

AMERİKA’NIN SESİ: “TÜRKİYE, EĞİTİME SALDIRI YAPILAN 30 ÜLKEDEN BİRİ”

Eğitimi Saldırılardan Koruma Küresel Koalisyonu’nun (GCPEA) yayınladığı ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 30 ülkeyi kapsayan raporu ele alan Amerika’nın Sesi, “2009 -2013 yılları arasında eğitime bilinçli saldırılarda bulunuldu ve bu nedenle de birçok öğrenci, öğretmen ve akademik görevli ya hayatını kaybetti, ya da kötü muameleye maruz kaldı” dedi.

Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu raporda yer alan 30 ülkenin 24’ü Ortadoğu bölgesinde yer alıyor. Türkiye’yi en az  derecede  etkilenen ülkeler arasında gösteren raporda, Suriye ise bölgede en fazla etkilenen ülke olarak öne çıkıyor.

Amerika’nın Sesi’nin aktarımına göre, rapor, Türkiye’de eğitime yapılan saldırıları, okul ve öğretmenlere doğrudan yapılan saldırılar, eğitim sektöründeki protestoculara yapılan saldırı ve haksızlıklarla akademik hak ve özgürlüklere yapılan kısıtlamalar olarak toplam üç ana başlıkta topluyor.

Buna göre Türkiye’de eğitimin en fazla Güneydoğu Anadolu bölgesinde meydana gelen olaylardan etkilendiğine dikkati çeken rapor,

 Bölgede 20’den fazla okulun PKK tarafından ağır zarara uğratıldığını ve 2011-2012 yılları arasında 28 öğretmenin PKK tarafından kaçırıldığını da kaydetti.

40’tan fazla Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) üyesinin Kürtçe eğitime destek protestoları düzenlemek ve yasadışı örgütlere fikir desteği vermek suçlarından tutuklandığını da kaydeden raporda, tutuklanan 25 kişinin terörle mücadele kanunu altında yargılanarak 6 yıl 5 ay hapse mahkûm edildiği de belirtildi.

Türkiye çapında üniversitelerde yapılan protesto gösterilerine de değinen rapor, polisin bu gösterilerde orantısız güç kullandığına ve bu sebeple birçok kişinin yaralandığına dikkati çekiyor. Akademik hak ve özgürlüklerin de giderek baskı altına girdiğini vurgulayan rapor, bu durumdan özellikle Kürtler ve azınlıklar hakkında araştırma yapanların etkilendiğini açıkladı.

Eski Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK) ve TÜBİTAK Başkanı Profesör Doktor Kemal Gürüz’ün Ergenekon Davası’nda yargılanmasına da değinen raporda, 2012 yılında tutuklanıp, 13 yıl 9 ay hapse mahkûm edilen ve geçtiğimiz Eylül ayında tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Gürüz’ün ülkedeki bu baskı ortamının bir kurbanı olduğu kaydedildi.

 

Dünya çapında yüksek öğrenime yapılan baskı ve saldırıların geniş çapta maddi ve manevi etkileri olduğuna da değinen raporda, kısa vadede ciddi psikolojik, uzun vadede ise toplumların demokratik yapısını ve kalkınmasını etkileyecek önemli sonuçlar doğuracağının altı çizildi.

WALL STREET JOURNAL: “TÜRKİYE’NİN DİĞER BİR SORUNU DA KURAKLIK”

Wall Street Journal, Türkiye’de ekonomiyi siyasetteki tatsız hava kadar etkileyecek bir başka gelişmenin kuraklık olduğunu yazdı.

 “Türkiye’nin gündemi siyaset arenasındaki çalkantının etkisinden kurtulamadı. Gelişmeler ekonomide ve finansal piyasalarda derinden hissedildiği belirtilirken Ancak ekonomiyi siyasetteki tatsız hava kadar olumsuz etkileyebilecek başka bir gelişme daha var: Kuraklık” diyen ABD’li gazete, “Ekonomistler kuraklığın tarımsal üretimi azaltabileceğini, bu nedenle enflasyonun artmasına ve büyümenin yavaşlamasına neden olabileceğini söylüyor. Finans Yatırım tarafından yapılan bir araştırma kuraklığın 2014 enflasyonunu 1.1 puan artırabileceği sonucuna ulaştı. Yağış ortalamaları mevsimsel ortalamaların altında, sıcaklık ise mevsimsel ortalamaların üzerinde seyrederken çalışma, 2008 benzeri bir kuraklığın yaşanması varsayımı altında en çok işlenmiş gıda üretiminin olumsuz etkileneceğini kaydediyor. Bu durumda işlenmiş gıda enflasyonun yüzde 14’e kadar çıkabileceği tahmin edilirken, işlenmemiş gıda fiyatlarının da eklenerek hesaplandığı toplam gıda enflasyonun yüzde 12,2 olmasının beklendiği belirtildi” ifadelerini kullandı.

Gazete ayrıca, Finans Yatırım Ekonomisti Burak Kanlı’nın, “Yine de panik yapmak için erken. Önemli bir kuraklık alarmı çalıyor. Ancak henüz bir şey kaybetmedik. Çünkü şu anda tohumlar atıldı. Mart-Mayıs ayları arasında tohumların hacim kazanma zamanıdır. Dolayısıyla önümüzdeki aylarda önemli bir yağış gelirse kuraklığın yaratacağı tehdit atlatılır” şeklindeki görüşlerine yer verdiği analizinde, “Yağışlara karşı en duyarlı ürünler bulgur, beyaz un, kuru fasulye, ayçiçek yağı, pirinç, mısır yağı, mercimek ve zeytinyağı olarak sıralanırken sebze ve meyvelerin ise kuraklıktan etkilenmesi beklenmiyor” sözleriyle haberini noktaladı.

5 Mart 2014 Çarşamba