PRINCETON ÜNİVERSİTESİ
ÖĞRETİM ÜYESİ RODRİK WALL STREET JOURNAL’A KONUŞTU: “TÜRKİYE EKONOMİSİNİ ZOR
GÜNLER BEKLİYOR”
Princeton Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dani Rodrik
Amerikan iş çevrelerinin gazetesi Wall Street Journal’a konuştu: “Efsane
yapılmış Türkiye ekonomisini zor günler bekliyor”.
Wall Street Journal’ın Prof. Dr. Dani Rodrik ile yaptığı
röportaj şöyle:
WSJ: 11. yılın sonunda AKP’nin uyguladığı
ekonomi politikaları tartışılmaya açıldı. Tartışmaların bir tarafında, AKP’nin
çok başarılı bir ekonomi yönetimi gerçekleştirdiğini savunuluyor. Karşı görüşte
olanlar ise AKP’nin yapısal reformları yapmayarak sürdürülebilir ekonomik
başarının temellerini atamadığını düşünüyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Rodrik: “Bir yandan olumlu dış konjonktür,
diğer yandan Türkiye’nin yabancı ülkelerde iyi pazarlanması sayesinde
Türkiye’nin ekonomisine dair bir efsane yaratıldı. İç ve dış yayınlarda AKP
döneminde Türkiye’nin milli gelirinin dört kat arttığını hala okuyabiliyoruz.
Halbuki, doğru rakam milli gelir için yüzde 64, kişi başına milli gelir için
ise yüzde 43 civarında bir artış. Diğer gelişmekte olan ülkelerle kıyaslayacak
olursak, bu olağanüstü değil, vasat bir performans. Gene de bu büyüme sayesinde
Türkiye’de yoksulluk oranı düştü, orta sınıf genişledi, eğitim-sağlık
alanlarında önemli adımlar atılabildi. AKP yönetimi, Kemal Derviş’ten
devraldığı ekonomi politikalarla özellikle başlarda fazla oynamayarak genelde
temkinli strateji izledi. Ama
Türkiye’nin özellikle son birkaç sene içinde büyüme motoru dış borçlanma oldu.
Büyüme, iç tasarruf ve verimlilik artışı yerine kredi pompalanması ile
sağlandı. AKP; Türkiye’de adeta yeni bir ekonomik popülizm getirdi. Eskiden
popülizm devlet harcamaları ve para emisyonu ile yürütülürdü, sonucu da yüksek
enflasyon olurdu. Şimdi özel sektörün borçlanmasını teşvik edici bir ortam
sağlanıyor, sonucu da sürdürülemeyecek kadar geniş dış açıklar oluyor”.
WSJ: Yine 11. Yılın sonunda ABD Merkez
Bankası’nın parasal genişlemeden çıkması ile Türkiye’nin de aralarında
bulunduğu birçok ülkeyi zor bir dönemin beklediğini savunanlar var. Türkiye,
bir ödemeler dengesi sorunu yaşamadan bu dönemi atlatabilir mi? Nasıl?
Prof. Rodrik: “Türkiye artık dalgalı kur rejiminde
olduğu için eski stil bir ödemeler krizi geçirmez. Yani bir günden diğerine
ülke kendini bir kriz içinde bulmaz. Ama ekonomi, dış kırılganlıkları yüzünden
bir süredir zaten yeni ve çok daha olumsuz bir döneme girmiş durumda. Döviz
kurunun periyodik olarak baskı altında kalacağı, kurdaki oynaklığını epey
artacağını, yatırım ve büyüme oranlarının düşük kalacağını düşünüyorum. Bunlara
bağlı olarak da özellikle iç pazara yönelik, fazla borçlanmış özel şirketler
hayli zorlanacaklar. Bu arada ekonominin
siyasetle etkilenmesini de unutmamak lazım. Türkiye’nin şu andaki siyasi
gerginliğinin ve olası sonuçlarının borsa, tahvil ve döviz piyasalarında yeteri
kadar fiyatlandırıldığını sanmıyorum. Siyasi istikrarsızlık piyasalarda önemli
düşüşler getirilebilir”.
WSJ: Cari açık ve dış finansmana bağımlı
büyüme modelinden Türkiye nasıl kurtulabilir?
Prof. Rodrik: “Ancak iç tasarrufların artırılması ve
dış borçlanmanın daha az çekici hale getirilmesi ile… Ekonominin hızlı büyüdüğü
dönemlerde kamu maliyesi politikası daha sıkı olmalı, iç tasarruflara daha
fazla katkı yapmalıydı. Keza kısa vadeli dış borçlanmanın çok arttığı zamanlar
buna karşı önlem alınmalıydı. Bunların yerine makroekonomik popülizmin gereği
olarak tüketim teşvik edildi”.
WSJ: Türkiye’nin sorun yaratmadan
sürdürülebilir büyümeyi sağlaması için yapması gerekenler listesinin ilk 3
maddesine neleri yazarsınız?
Prof. Rodrik: “Birinci olarak özel tasarrufları
teşvik edici bir dizi önlem düşünürdüm. İkinci olarak, Türkiye’nin dış
kırılganlığını azaltmak amacıyla kısa vadeli yabancı sermaye akımlarını
icabında vergileme yoluyla kısıtlayan önlemler getirirdim. Üçüncü olarak, son
senelerde siyasi kontrol altına alınmış ve rant dağıtıcı hale getirilmiş
ekonomi yönetim kurumlarını –denetleyici kurullar, Maliye, ihale düzeni vs…
yeniden tesis etmeye çalışırdım”
WSJ: Küresel likidenin azalmaya devam
edeceğ ve yine küresel faiz hadlerinin yükseleceği varsayımı altında
Türkiye’nin uzun süreli düşük büyümeye sürecine girdiği yönünde görüşler var.
Siz ne düşünüyorsunuz?
“Genelde Türkiye konumunda tüm ülkelerin daha düşük büyüme
dönemine girdiğini düşünüyorum”.
WSJ: 1980 sonrası uygulanan liberal
politikaların gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz? Bu açıdan
devletin ekonomide yeniden aktif rol alması, Şevket Pamuk’un ifadesiyle
"kaliteli devlet müdahaleciliği" fikrine nasıl bakıyorsunuz?
“Türkiye’de ekonomi yönetimi her zaman müdahaleci oldu. Tek
değişen müdahalenin stratejisi ve kimlerin lehine yapıldığıydı. Mesela, Özal’ın
1980 başlarında uyguladığı dışa açılma politikası ihracatçılar lehine uygulanan
hayli müdahaleci bir politikaydı.Kaliteli devlet müdahaleciliği kalkınmakta
olan ülkeler için kaçınılmaz bir zorunluluktur. Ancak ülke ekonomisi geliştikçe
ve farklılaştıkça eskisi bir tepeden inme, yukarıdan yönetilen, merkezden
yönlendirilen politikalar yetersiz kalmaya başlar. Ülkenin değişik
coğrafyalarını, sosyal katmanlarını, şirket kümelerini kapsayıcı daha ademi
merkeziyetçi kurumlar ve politikalar gerekir. Devlet ile özel sektör arasında
değişik seviyelerde süregelen bir diyalog tesis edilmesi gerekir. Bunun da ilk
şartı devlet yöneticilerinin kendilerini değişik şirket gruplarıyla eşit
mesafede hissetmeleri, yani siyasi amaçlarla bazılarını kayırmamalarıdır”.
WSJ: Bu açıdan yurt içi üreticilerin
korunması adına, Gümrük Birliği’nin gözden geçirilmesi/iptal edilmesi ya da
serbest ticaret anlaşmasına çevrilmesinin bir faydası olabilir mi?
Prof.Rodrik: “Türkiye’nin bu konuda geri adım
atması bu noktada fayda vermeyecektir”.
WSJ: Demokrasi, hukuk devleti ve ekonomik
başarı arasındaki güçlü ilişkiye yönelik literatürde de önemli çalışmalara imza
atılıyor. Siz de bu alanla ilgilisiniz. Sizce Türkiye’deki siyasal düzen ile
ekonomik performansı arasındaki ilişki ne düzeyde?
Prof. Rodrik: “Siyasal düzen ile ekonomik
performans arasında uzun vadede sıkı bir ilişki var. Kalkınmış ülkelerin
neredeyse hepsinin demokrasi ile yönetiliyor olması bunun bir göstergesi. Ancak
kısa-orta vadede ayrışma olması mümkün. Mesela Çin otoriter bir rejimle çok
uzun mesafe kaydetti. Ancak sanmıyorum ki eğer Çin orta gelir ülkesinden
ileriye atılım yapacaksa, siyasi rejimini de liberalize etmek zorunda kalacak.
Keza Türkiye’nin siyasi sorunları kısa vadede ekonomiye çok olumsuz etki yapmış
olabilir ama uzun vadede kesinlikle önünü tıkayan en önemli faktördür”.
WSJ: Son günlerde yolsuzluk iddiaları
Türkiye gündeminden düşmüyor. Bu iddiaların, Türkiye’nin imajı ve ekonomisi
üzerindeki etkisi konusunda gözleminiz nedir?
Prof. Rodrik: “Az önce siyasi sorunlarla ilgili
söylediklerim yolsuzluk için de geçerli. Çok hızlı büyümüş birçok ülkede yüksek
oranda yolsuzluk görebiliyoruz. Türkiye’de yolsuzluğun boyutları, şimdi ortaya
çıktığı kadar olmasa da, bilinen bir şeydi. Yolsuzluk, değişik firmaların ve
sektörlerin önünü açtığı oranda (Doğu Asya’da olduğu gibi) bazen büyümeye katkı
dahi yapabilir. Gene Özal’a dönecek olursak, ihracat patlamasına ve büyümeye
zarar vermemesi için bir ölçüde yolsuzluğa göz yumduğunu biliyoruz. Ancak
yolsuzluk yatırımları teşvik etmekten öte rant yaratıp dağıtmak ve özellikle
siyasilerin kendilerini zenginleştirmek amacıyla kullanılmaya başladığı zaman
siyaseti zehirlediği gibi ekonomiyi de frenlemeye başlar. Türkiye’nin de bu
noktaya geldiğini açıkça söyleyebiliriz”.
WSJ: Merkez Bankası, küresel kriz
sonrasında "Türk Usulü Para Politikası" olarak adlandırdığı bir dizi
ortodoks olmayan para politikası uygulaması gerçekleştirdi. Genel hatlarıyla
MB’nin bu süreçteki performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Rodrik: “Faizlere dair üzerindeki baskılar
ve siyasi kısıtlar yüzünden Merkez Bankası bu değişik yolları denemek zorunda
kaldı diye düşünüyorum. Bu şartlar altında gene de başarılı oldu bence. Kur ve
enflasyon tahminleri konusunda bence piyasadan biraz geride kalarak son
zamanlarda kredibilitesinden bir şeyler kaybetti. Hükümet ve maliye
politikalarının Merkez Bankası’nın işini hiç de kolaylaştırmadığını
söyleyebiliriz. Maliye politikaları ile para politikaları arasında olması
gereken koordinasyon pek yok”.
WSJ: Türkiye 1990 sonrası küreselleşme
sürecinden en genel hatlarıyla değerlendirirseniz, başarılı mıdır yoksa
başarısız mı?
Prof.Rodrik: “Küreselleşmeyi ülkeler genelde iki
şekilde kullandılar. Ya üretime ağırlık vererek ve önemli bir dış ticaret
vasıtasıyla sanayileşme süreçlerine ivme katarak. Asya ülkelerinin önemli bir
kısmı stratejiyi benimsedi. Ya da dışarıdan borçlanıp, iç tüketimi
körükleyerek. Türkiye bu ikinci yolu seçti. Dolayısıyla ilerisi için yeteri
kadar yatırım yapmamış oldu ve kendisini krizlere karşı savunmasız bıraktı”.
WSJ: Türkiye’nin büyüme oranlarını
Twitter üzerinden Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile tartışmıştınız. Şimşek,
Türkiye’nin gelirinin 10 yılda 3,5 kat arttığını savunmuş, tartışma ise daha
dolar bazında yapılan hesaplama yöntemi üzerineydi. Kurlardaki son yükseliş
sonrası bu konudaki görüşünüz nedir?
Prof. Rodrik: “Kurlardaki son yükseliş Mehmet
Şimşek’in hesabının ne kadar yanlış olduğunu gösteriyor. Son bir sene
içerisinde TL, dolar karşısında yüzde 20’den fazla değer kaybetti. Sırf bu
yüzden reel gelirimizin beşte biri kadar gerilediğini söylemek doğru olabilir
mi? TL-Dolar enflasyon farkını katsak dahi, TL reel olarak yüzde 10-15 değer
kaybetmiş, dolayısıyla dolar bazında gelirimiz o kadar gerilemiş görünüyor.
Bunu Şimşek’in kabul edeceğini sanmam. Halbuki " Son 10 sene içerisinde
Türkiye’nin geliri dörde katlandı" derken yaptığı hesap aynen buydu.
TL’nin reel olarak değer kazanmasından kaynaklanan fakat vatandaşın gerçek
satın alma gücünde görünmeyen bir artıştan bahsediyordu. Aradaki farkı ve doğru
yöntemin hangisi olduğunu şimdi anlamış olduğunu tahmin ediyorum”.