31 Ekim 2013 Perşembe


DİNLENMELER GOOGLE VE YAHOO
DIŞ BASIN HABERİNİ AYNEN AKTARIYORUM
 
NSA, GOOGLE VE YAHOO’YA DA SIZDI

ABD Ulusal Güvenlik Kurumu’nun (NSA) Yahoo ve Google şirketlerinin tüm dünyadaki veri merkezlerini birbirine bağlayan ana iletişim hatlarına gizlice girerek, buralardaki verileri kopyaladığı bildirildi.

Washington Post gazetesinin internet sitesinde yer alan haberde NSA’nın, Yahoo ve Google iç ağlarından, kurumun Washignton’ın bir banliyösündeki merkezinde bulunan veri deposuna her yıl milyonlarca veri aktarımı yaptığının ortaya çıktığı belirtildi. 

ABD’nin internet izleme ve telefon dinlemeye yönelik gizli programlarını basına sızdıran NSA eski sistem analisti Edward Snowden’den elde edilen belgelere ve yetkililerle yapılan görüşmelere dayandırılan haberde, söz konusu bilginin Snowden tarafından sızdırılan 9 Ocak 2013 tarihli bir belgede yer aldığı kaydedildi.

Ayrıca son 30 gün içinde NSA saha memurlarının 180 milyon yeni veriyi işlemden geçirerek geri gönderdiği iddiasına da yer verilen haberde, verilerin, "meta veriler" adı verilen, elektronik postaların kim tarafından kime ve ne zaman gönderildiği ve metin, sesli veya görüntülü olması gibi içeriğine ilişkin bilgilerden oluştuğu bildirildi.

Verileri elde etmede kullanılan en önemli aracın NSA ve İngiliz istihbarat örgütü Hükümet İletişimler Merkezi (GCHQ) ile ortak yürütülen MUSCULAR projesi olduğu belirtilen haberde, NSA ve GCHQ’nun, Google ve Yahoo’nun veri merkezleri arasındaki bilgileri ileten fiber optik kablolardaki tüm veri akışını kopyaladıklarının ortaya çıktığı aktarıldı.

Haberde, ele geçirilen MUSCULAR projesi belgelerinde, Yahoo ve Google’dan toplanan  bilgilerin önemli istihbarat ipuçlarının elde edilmesini  sağladığına ilişkin ifadelere rastlandığı vurgulandı.

Washington Post’ta yer alan haber üzerine Google ve Yahoo’dan ayrı ayrı yapılan açıklamalarda, şirket yetkililerinin veri merkezlerine gizlice girildiğine ilişkin bilgi sahibi olmadıkları bildirildi.

Google’dan yapılan açıklamada, “Hükümetin veri merkezlerimizdeki trafiğe müdahale ettiğine ilişkin iddialardan tedirgin oluyoruz. Böyle bir faaliyetten haberdar değiliz” ifadesi kullanıldı.

Açıklamada bulunan bir Yahoo sözcüsü ise “Veri merkezlerimizin güvenliğinin korunmasında son derece sıkı denetimler uygulanmaktadır ve NSA’ya veya başka hiçbir hükümet kurumuna veri merkezlerimize erişim hakkı vermedik” dedi.

 

28 Ekim 2013 Pazartesi


TÜRKİYE’NİN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİNDEKİ YERİ 120. SIRADA

Dünya Ekonomik Forumu’nun (DEF) yayımladığı 2013 cinsiyet ayrımcılığı raporu

(DEF bu raporunu son sekiz yıldır yayınlıyor.)

Kadınların siyasal, ekonomik ve sosyal konumuna dair 136 ülkeye ilişkin veriler içeren raporda,

 Kadın-erkek eşitliği bakımından İzlanda, Finlandiya ve Norveç ilk üç sırada yer alıyor.

Siyasal katılım, ekonomik eşitlik, eğitim ve sağlık hakkı gibi farklı alanlarda kadının yerine değinen raporda

Türkiye’nin kadın-erkek eşitliği endeksindeki yeri 120. sırada.

Filipinler ve Nikaragua ilk 10’da yer aldı.

Geçen yıldan bu yana hiç gelişme kaydetmeyen bölgeler ise Orta Doğu ve Kuzey Afrika. Yemen 136 ülke arasında en sonda bulunuyor.

İzlanda son beş yıldır kadın-erkek eşitliğini en iyi sağlayan ülke konumunda.

İzlanda, Finlandiya, Norveç ve İsveç, kadın-erkek arasında yüzde 80 eşitlik oranına sahip.

Geçen yıl 135 ülke arasında 124. sırada yer alan Türkiye, raporun ilk yayımlandığı yıl olan 2006’da 115 ülke arasında 105. sıradaydı.

2013 raporundan Türkiye’ye dair bazı çarpıcı veriler ise şöyle:

Kadınlar arasında işsizlik oranı %11 (erkeklerde 9)

Kadınlar arasında yarım gün çalışma oranı %24 (erkeklerde 9)

Tarım dışı istihdamda kadın işgücü oranı %23

Banka hesabı olan kadınların oranı %33 (erkeklerde 82)

İşletmelerde liderlik konumuna yükselebilen kadın oranı %4

Ekonomik katılım ve fırsat 127

İşgücüne katılım 123

Eşit işe eşit ücret 79

Eğitimde başarı 104

Sağlık 59

Siyasal yetkilendirme 103

27 Ekim 2013 Pazar





 

Bipartisan Policy Center’s Turkey Initiative Co-Chairs and Former U.S. Ambassadors Mort Abramowitz and Eric Edelman Unveil Recommendations for Building U.S.-Turkish Cooperation Amid an Increasingly Unstable Middle East

 

 

Wednesday, October 23, 2013

Washington, D.C. – The Bipartisan Policy Center’s (BPC) Turkey Initiative, co-chaired by former U.S. Ambassadors to Turkey Mort Abramowitz and Eric Edelman, issued a report today analyzing the difficulties confronting greater cooperation between the United States and Turkey in the Middle East and concluding that the state of Turkey’s domestic politics is of vital importance to its future stability and its ability to wield influence in the region.

As such, BPC’s Turkey Initiative recommends that American policymakers focus on the stability of Turkey’s political institutions, freedom of its society and dynamism of its economy in our nation’s ongoing efforts to forge a cooperative partnership between the two countries. Read the paper here.

“The Middle East remains a major foreign policy challenge for the United States despite attempts to pivot away from it,” said former Ambassador and task force co-chair Mort Abramowitz. “A cooperative and strong Turkey could be an important partner in helping to rebuild the Middle East. Indeed, there is no other country in the region that the United States can turn to that could potentially play as constructive a role as Turkey might be able to. Right now that is not happening.”

For the past two years, instability in the Middle East, including the civil war in Syria and the military’s ouster of Mohamed Morsi in Egypt, has given both the United States and Turkey a strong interest in containing and minimizing the spreading chaos. Yet Turkey’s approach to these challenges has too often diverged from that of the United States, making cooperation difficult. More recently, Turkey’s domestic challenges—the Taksim Square protests, the government’s incomplete peace process with its own Kurdish minority, the country’s deepening sectarian schism—have undermined its regional standing.At the same time, the United States has struggled to articulate a coherent policy toward Turkey and the broader region.

“This is not the first time that Washington and Ankara have faced turbulence in their relationship,” said former Ambassador and task force co-chair Eric Edelman. “In order to mend ties, American policy makers need to both recognize the challenges facing Turkey and to speak out about differences that threaten efforts to improve cooperation between our two countries. Above all, U.S. relations with Turkey need to move away from rhetoric and toward a more realistic assessment and dialogue about the challenges confronting both nations.”

BPC’s Turkey Initiative offered the following recommendations in its new white paper – From Rhetoric to Reality: Reframing U.S.-Turkey Policy:

Reframe U.S.-Turkish policy – U.S. policymakers should shift focus to Turkey’s domestic stability and democratic process, including opening dialogue on issues such as press freedom, freedom of assembly and rule of law.

Replace rhetoric on both sides with more candid discussion – U.S. officials should hold frank discussions and offer criticism regarding serious differences with Turkey. Silence could imply unwavering support of Turkey’s government and policies by the United States.

Support Turkey’s development – This includes democratization, standing up for civil and economic freedom, engaging a wider cross-section of civil society, encouraging membership in the European Union, including Turkey in transatlantic free trade, and assisting Turkey with Syrian refugees – both in increasing contributions to United Nations refugee funds and encouraging neighboring Gulf countries to offer greater humanitarian support.

Set realistic foreign policy expectations – This includes encouraging support in Turkey for moderates in Syria, engaging Turkey on Iran, reopening dialogue on Cyprus, forging a common approach to Iraq, and encouraging a reestablishment of diplomatic ties with Israel.

To read the full paper, click here.

“BPC launched this task force to examine Turkey’s influence in the Middle East and how both Turkey and the United States could work together and pursue shared objectives in the region,” said Blaise Misztal, acting director of BPC’s Foreign Policy Project. “Given Turkey’s faltering foreign policy and the challenges it faces at home, it is now clear that American policy makers should focus its efforts on bolstering the stability of Turkey’s political institutions, economy and societal freedoms in order to strengthen Turkey’s relationship with the West and increase its ability to wield power in the Middle East,” Misztal added.

Other BPC Turkey Task Force members include: Henri Barkey, Bernard L. and Bertha F. Cohen Professor of Internal Relations, Lehigh University; Svante Cornell, Research Director, Central Asia-Caucasus Institute and Silk Road Studies Program; Ambassador Paula Dobriansky, former Under Secretary of State for Global Affairs; John Hannah, former Assistant for National Security Affairs to the Vice President; Ed Husain, Senior Fellow for Middle Eastern Studies, Council on Foreign Relations; David Kramer, Executive Director, Freedom House; Aaron Lobel, Founder and President, American Abroad Media; Admiral (ret.) Gregory Johnson, former Commander of U.S. Naval Forces, Europe; Senior Advisor, BPC; and General (ret.) Charles Wald, former Deputy Commander, U.S. European Command; BPC Board Member.

 

24 Ekim 2013 Perşembe


ABD’NİN ESKİ ANKARA BÜYÜKELÇİLERİNDEN TÜRKİYE RAPORU

ABD düşünce kuruluşu Bipartisan Policy Center tarafından, içinde ABD’nin eski Ankara Büyükelçileri Morton Abramowitz ve Eric Edelman’ın da bulunduğu kurul tarafından hazırlanan ‘Söylemden Gerçekliğe’ raporu.

ABD düşünce kuruluşu Bipartisan Policy Center tarafından, içinde ABD’nin eski Ankara Büyükelçileri Morton Abramowitz ve Eric Edelman’ın da bulunduğu kurul tarafından hazırlanan ‘Söylemden Gerçekliğe: ABD’nin Politikasını Yeniden Çerçevelemek’ başlıklı raporda Başbakan Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması halinde partisine hükmedememe seçeneğiyle karşılaşabileceği, geçmişte Demirel ve Özal’ın da aynı durumla karşı karşıya kaldıklarına dikkat çekildi.

Raporun ‘Erdoğan’ın Siyasi Geleceği’ bölümünde Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı makamını güçlendirdikten sonra bu makama aday olmak istediğinin kaydedildiği raporda,

“Başbakan Erdoğan’ın istediği başkanlık türünün getirilmesi ya parlamentoda güçlü ya da referandumda ezici çoğunlukla ilgili. Her iki durum da Erdoğan’ın demokratikleşme süreciyle yanına almak istediği güçlü Kürt desteğine bağlı. Fakat kendisinin Taksim protestolarına verdiği alarm verici karşılık ve Kürt açılımında ayak sürüme algısı Kürtler gibi gibi AKP içindekiler dahil birçok Türkün sahip olduğu gizli korkuları yeniden güçlendirdi. Sonuç olarak Erdoğan’ın güçlendirilmiş başkanlık sistemi umutları soldu. Erdoğan’ın Türkiye’nin geleceğinde oynayacağı rolünü gelecekteki üç seçim belirleyecek. Erdoğan’ın, Türkiye’nin devam eden huzursuzluklara vereceği karşılığı belirleyecek olan kişiliği ve kazanmaya devam edeceği gücün miktarını belirleyecek seçimlere hangi pozisyonda gireceği kararı” dedildi.

“Taksim protestolarının en yakın etkisi Erdoğan’ın güçlü başkanlık emellerinin sonu oldu. En ateşli destekçileri bile şu anda -tek başına Anayasa Değişikliği şöyle dursun- arzu duyduğu başkanlık sistemi için gerekli bulunan anayasal düzenlemeleri parlamentoya sunabileceğine inanmıyor” ifadelerinin yer aldığı raporda şu değerlendirmelere yer verildi:

“Erdoğan şimdiki anayasayla 2014’te cumhurbaşkanı adayı olması ya da 2015’te dördüncü bir dönem daha başbakan olarak kalmak hedefiyle seçimlere girmesi gibi iyi olmayan iki siyasi seçenekle karşı karşıya kaldı. Başkanlık arayışında iki sorun var. Türkiye’de cumhurbaşkanı önemli güce sahip olmasına rağmen hükümeti, iktidar partisini ve ülkeye akan parayı kontrol edemiyor.  Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in kendileri yerine başbakanlar olarak esnek isimler atamayı denediler ancak farklı sonuçlarla karşılaştılar. Sonuç itibarıyla bu her iki cumhurbaşkanı eninde sonunda partileri ve hükümetleri üzerindeki kontrolü kaybetti. Bu Erdoğan’ın anayasayı değiştirmeyi isteme sebebi bu. Erdoğan’ın güçlü başkanlık sistemi oluşturma olasılığının az görülüyor ve cumhurbaşkanının yetkilerini güçlendirmeyi hedefleyebilir. Anayasa Mahkemesi’nin iki dönem cumhurbaşkanlığına kapı açan kararı var. Gül, Erdoğan’ı geçmişte yaptığı gibi kolayca desteklemeyeceğinin işaretlerini verdi. Başbakanla makamını değiştirme konusuna uyabilir, fakat yine, bu Erdoğan’ın parti ve hükümetteki kontrolünü korumasını engeller”.

                                      Raporda yer alan bazı değerlendirmeler ise şöyle:

ü  İşbirliği içinde ve güçlü bir Türkiye Orta Doğu’nun yeniden inşasına yardımda önemli ortak olabilir. ABD’nin bölgede dönebileceği, Türkiye gibi yapıcı potansiyele sahip başka ülke yok. Ancak şu an için durum farklı. Bu Washington ve Ankara’nın ilişkilerinde karşılaştıkları ilk türbülans değil. Çalışma grubu, geçmişte olduğu gibi ilişkilerin yeniden güçlendirilebileceğine inanıyor. Washington’un Ankara’ya farklı bir yaklaşım göstermesi gerektiğine inanıyoruz. Amerikan politikacıları bu değişikliklerin ve Türkiye’nin şu anda karşı karşıya bulunduğu güçlüklerle, bunların büyük ABD-Türkiye işbirliği üzerindeki etkisinin farkına varmalı. Bu endişeleri atlamak yerine ABD politikası, retorikten uzaklaşmalı ve gerçekçi değerlendirmeler ve Türkiye’yle ilişkilerin durumu hakkında diyaloga yönelmeli.

ü  Türkiye’nin iç İstikrarı ve demokratik süreç: Türkiye’nin iç siyasi gelişmesinin izlediği yön sadece Türkler için değil fakat aynı zamanda ABD için de endişeleri artırıyor. Pratik olarak bu Washington’un Ankara ile bu basın özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, hukukun üstünlüğü ve Türk hükümetinin giderek artan hizipçiliği gibi endişeler konusunda açık olması gerektiği anlamına geliyor. Amerikan yetkilileri aynı zamanda açık biçimde bu alanlardaki herhangi bir olumlu gelişmeyi cesaretlendirmeli, övmeli ve kabul de etmelidir.

ü  Her iki tarafın söylemi daha samimi olmalıdır: ... ABD aynı zamanda AK liderlerine söylemlerinin Türkiye’nin imajına zara verdiğine işaret etmeyi sürdürmelidir.

ü  Türkiye’nin kalkınmasının desteklenmesi: ABD Türkiye’nin demokratik kurumlarında, sivil toplumunun açılmasında ve ekonomisinin modernizasyonunda devam eden iyileşmeyi cesaretlendirmeli ve desteklemelidir.

ü  Demokratikleşmenin desteklenmesi: Amerikan yetkilileri açık şekilde Türk hükümetinin demokratik özellikle de azınlık gruplarla ilgili ve siyasi özgürlükler konusundaki eksikliklere hitap eden girişimlerini cesaretlendirmelidir. İyileştirmeler esastır. Özellikle önemli olan devam eden Amerikalı politikacıların desteklemeye ve cesaretlendirmeye devam etmek zorunda oldukları Kürt barış sürecidir. Bunun çözüme ulaşmasının olumlu etkileri ABD’nin diğer konularda yardımına, özellikle de Türk ekonomik dinamizmi için gelecekte kritik durumda bulunan, Irak merkez hükümeti ve Kürt nüfus arasındaki enerji anlaşmazlıklarının çözümü konusundaki girişimler yoluyla, neden olabilir.

ü  Sivil ve ekonomik özgürlük taraftarı olmak: Washington, gazetecilerin hapse atılmasına ve kovulmasına, muhalif iş âleminin keyfi denetimler ve soruşturmalarla hedef alınmasına ve Türkiye’de işleyen diğer muhalefet türlerine karşı açıkça konuşmalıdır. Türkiye’nin bu alanlarda ilerlemesi Türkiye’nin uluslararası ticaret müzakerelerine dâhil olmasında ABD desteğine bağlı olabilir.

ü  Gerçekçi dış politika beklentilerinde bulunmak: ABD’nin geniş Orta Doğu da Türk yardımı konusunda beklentileri ılımlı olmalı, onun yerine Türkiye’nin gerçekçi biçimde yardımcı olabileceği Suriye, Irak, İsrail ve İran’a odaklanmalı”.


BPC’nin raporunda ayrıca Türkiye’nin Suriye’deki muhalefetin aşırı kesimleriyle değil ılımlı bölümüyle işbirliği yapması, ABD’nin bu konuda Türkiye ve diğer dost ülkelerle, Suriye’de daha ılımlı, pragmatik, cihatçı olmayan muhalefet oluşturulması konusunda çalışmalarını iki katına çıkarması istenirken, “ABD ve Türkiye’nin güçlü, istikrarlı Batı eğilimli, birleşik bir Irak çerçevesinde Irak ve El Kaide etkisinin güçlü biçimde sınırlandığı otonom bir Kürt bölgesini desteklemede ortak çıkarları vardır” ifadeleri yer aldı.

23 Ekim 2013 Çarşamba


 TERÖRLE MÜCADELE KAPSAMININ GENİŞLEMESİ KORKU YARATMAKTADIR

 

          1991 yılında PKK ile mücadele için çıkartılan yasanın gün geçtikçe Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarına muhalefet edenlere karşı kullanıldığı görüşü ağırlık kazanmaktadır.

         Terörle mücadele kapsamının genişlemesi kaygı, korku yaratmaktadır.

         Başbakan Erdoğan’ın Demokratikleşme Paketi, Adalet Bakanlığı’nın son dört yıl içinde terörle mücadele kapsamında 20 bin kişinin mahkûmiyet aldığını açıklamasından sonra ortaya konulan eleştirilerin haklılığı çıkmaktadır.

          Bu kişilerin 8 bini son 12 ay içinde tutuklandı. Hükümlüler arasında gazeteciler ve Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) üyeleri var ve büyük çoğunluğu, şiddet içermeyen suçlardan mahkûm edildiler.

         “İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye uzmanı Emma Sinclair Webb terörle mücadele yasasının kullanımında endişe verici bir artış gözlemlediklerini söylüyor

          Durumu daha da vahim hale getiren yasanın, Haziran ayında başlayan Gezi Parkı protestolarına katılan kişilere karşı da kullanılmaya başlanmış olması.

         Avrupa Birliği’nin yıllık ilerleme raporu Türkiye’yi ifade, toplantı ve gösteri özgürlüğü eksiklikleri nedeniyle sert bir dille eleştirdi ve hukuki reform çağrısı yaptı.

          Demokratikleşme Paketi ile özgürlükler yönünde adımlar atılmış olsaydı  BDP’nin binlerce üyesi  tahliye olacaktı.

         BDP Yaptığı açıklamada ise;  aralarında onlarca belediye başkanı da bulunan 6 binden fazla üyesinin, bu yasa kapsamında hapse atıldığını söylüyor.

         Bu kişilerin serbest kalması PKK’nın hükümetle sürdürdüğü barış görüşmelerinin en önemli koşullarından biri.

Ancak görüşmeler şu anda duraksamış durumda .

         Uluslararası insan hakları örgütleri, mevcut yasaların Türkiye’nin en çok gazeteciyi hapse atan ülke olmasının altında yatan neden olduğunu belirtiyor.

‘’ücretsiz eğitim’’ isteyen öğrencilere terörist damgası vurulduğunu, bunun yanında gazetecilerin de terörist olarak görüldüğünü, ve sesini çıkaran herkesin terör suçları kapsamında hapse atılabileceği kaygısı halkta artmaktadır.

          Hükümet ise bu suçlamaları reddediyor ve son 10 yılda ülkede daha önce görülmemiş demokratik reformlar gerçekleştirildiğini söylüyor.

          Ancak , gelecek ay bir araya gelecek Avrupa Birliği liderlerinin, Türkiye’nin üyeliğini erteleyip ertelememe konusundaki tartışmalarına etki edeceği görüşü şimdiden ağırlık kazanmaktadır.

 

                                                                                                          MESUT DEĞER

                                                                                         CHP 22 DÖNEM DİYARBAKIR MİLLETVEKİLİ

                                                                                          ESKİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI

1993 YILINDA TÜRKİYE’DA YAŞANAN OLAYLARI GÜNDEME GETİRDİM

20 YILLIK ZAMAN AŞIMI SÜRESİ DOLMASINA 1GÜN KALA  BAŞSAVCILIK BUGÜN LİCE OLAYLARI İÇİN DAVA AÇTI

SORULARIM

1.)    1993 TE AÇIKLANAN TERÖR RAPORU SÜRECTE ROLÜ NEDİR?

2.)    ÖZEL TİMİN GÜCÜ ARTIRILACAK VE SAVAŞ SERTLEŞTİRİLECEK DENİLDİ.

3.)    PKK LİCEYE SALDIRDI ŞEKLİNDE AÇIKLANDI VE PKK İSE LİCE’ YE SALDIRISININ OLMADIĞINI AÇIKLADI

4.)    TUĞGENARAL BAHTİYAR AYDIN UZUN MENZİLLİ TÜFEK İLE VURULARAK ŞEHİT EDİLDİ. OTOPSİDE MERMİ ÇEKİRDEĞİ İLE İLGİLİ NE GİBİ İŞLEM NE YAPILDI

5.)    11 SAAT SÜREN ÇATIŞMA AÇIKLANDI NE YAZIK Kİ 1 TEK PKK LI YARALI VEYA ÖLÜ ELE GEÇİRİLMEDİ.

6.)    1 POLİSİMİZ YARALANMIŞTIR.

7.)    BELEDİYE BAŞKANLIK BİNASI VE   640 HALKA AİİT EV VE İŞ YERLERİ HASAR GÖRDÜ

8.)    LİCE 3 GÜN GİRİŞ ÇIKİŞ YASAKLANDI VE 3 GUN SÜREN BOMBARDIMANDAN 20 DEN FAZLA VATANDAŞ HAYATINI KAYBETMİŞTİR VE ONLARCA YARALI

9.)    KAMUNUN, EMNİYETİ VE ASKERİ BİRLİKLERE AİİT TAŞINMAZLARDA ZARARIN AZ OLDUĞUNU

10.)                       O TARİHTE PKK’NIN KAÇIRDIĞI SHP İL BAŞKANINI LİCE DAĞLARINDA TEPELERDEN AŞAĞIYA LİCE BAKTIKLARINI VE PKK LILARINDA LİCE DE OLAN BİTENIN NE OLDUĞUNU KAVRAMAYA ÇALIŞTIKLARINI ANLATIĞINI

11.)                       TUĞ GENERALIN ÖLDÜRENIN ASKER OLDUĞU VE MALATYA DA YAŞADIĞI YÖNDE DAHA SONRA BASINDA ÇIKAN HABERLER

12.)                       VATANDAŞLAR NASIL VE NE ŞEKİLDE ÖLDÜRÜLDÜKLERİ VE ÖLDÜREN LİCELİLERİNDE DEP (BDP) YAKIN İSMLER OLDUKLARI AÇILANMIŞTI

13.)                       LİCE OLAYLARI BAŞLADIĞINDA CHP GENEL BAŞKANI DENİZ BAYKAL İLE LİCE YE HAREKET ETTİĞİMİZİ  VE YOLDA ASKERLERİN ÖNUMÜZÜ KESMELERİNE RAĞMEN YOLA DEVAM ETTİĞİMİZİ VE OTOBUSTE MİLLETVEKİLLERİN DIŞINDA LİCEYE BAŞKALARININ GİTMELERİNE İZİN VERİLMEYEÇEĞİ SÖYLENDİ BENDE  OTOBUSUN MERDİVEN ALTINDA SAKLANARAK YOLA DEVAM ETTİĞİMİZİ  VE EN SON OTOBUS ŞÖFÖRÜNÜNDE İNDİRİLMESİ İSTENDİ. AMAÇ  YOLA DEVAM EDEMİYECEĞİMİZ DÜŞÜNCESİYDİ  AMA MİLLETVEKİLİ EŞREF ERDEM DİREKSİYONUN BAŞINA GEÇEREK YOLA DEVAM ETTİK  VE LİCEYE 1 KM KALA YOLUMUZ KESİLDİ VE ARTIK BURDAN L METRE İLERİYE GİTMEMİZE  İZİN VERİLMEDİ  BİZLER LİCE’DEKİ YAŞANANLARI UZAKTAN İZLİYORDUK.

 

DEUTSCHE WELLE: “TÜRKİYE’NİN KARBON EMİSYONU ARTIYOR”

Türkiye’de karbon emisyonu gelişmekte olan ülkeler seviyesinin gerisinde olsa da hızla artıyor. Çalışmaya göre 2030 yılına kadar Türkiye’nin karbon emisyonu 2009 seviyesinin 3 katına çıkacak.

Alman yayın kuruluşu Deutsche Welle’nin haberine göre, Türkiye’de ekonomik olarak iddialı projelerin çevreye etkileri önemli soru işaretlerine yol açıyor. Dünya Bankası, yeni çalışmasında bu soru işaretlerine yanıt ararken, Türkiye ekonomisinin ne kadar yeşil olduğunu mercek altına aldı. Yayınlanan politika notunda, Türkiye’nin daha yeşil bir ekonomiye kavuşması için politika önerilerini sıralandı.

Dünya Bankası’nın çalışmasına göre Türkiye’nin milli gelirine oranla sahip olduğu karbon salınımı halen sanayileşmiş ve diğer gelişmekte olan ülkelerin gerisinde gözüküyor. Bununla birlikte Türkiye’nin karbon salınımının son yıllarda diğer OECD ülkelerinden daha hızlı bir şekilde arttığı da ifade ediliyor. Dünya Bankası gelecekte de bu artışın hızla devam edeceği tahmini yapıyor. Buna göre Türkiye’nin 2009’da 369 milyon ton olan karbon salınımı 2030 yılına kadar 3 katına çıkacak.

Dünya Bankası’nın Türkiye ile ilgili hazırladığı politika notunda Türkiye, hava ve su kalitesi, orman alanları gibi birçok konuda diğer ülkelerle karşılaştırılıyor.

Çalışmaya göre Türkiye hava kalitesi bakımından ortalamanın üstünde yer alırken, suyun verimli kullanımı ve yenilenebilir su kaynakları açısından diğer ülkelerin gerisinde kalıyor. Bugünlerde İstanbul’da üçüncü köprü güzergâhı ve ODTÜ Ormanı’nda tahribat ile gündeme gelen Türkiye’nin ormanlık alanları, Dünya Bankası’nın çalışmasında da değerlendiriliyor.

Avrupa Birliği’nde ortalama olarak kara alanlarının yaklaşık yüzde 40’ı ormanlardan oluşuyor. Bu alanda OECD ortalaması ise yüzde 30 civarında. Türkiye’ye bakıldığında ise ormanlık alanların kara alanlarının yaklaşık olarak yüzde 15’ini kapsadığı görülüyor.

Türkiye’ye yönelik bu değerlendirmelere göre Türkiye hali hazırda yeşil ekonomi konusunda ortalamanın altında bir tablo çizse de bu konuda belli bir mesafe aldığı ifade ediliyor. Kurum, Türk hükümetinin 2010 Mayıs ayında açıkladığı Ulusal İklim Değişikliği Stratejisi’nin ve 2011 Temmuz ayında onayladığı Ulusal İklim Değişikliği Eylem Planı’nın önemli adımlar olduğunu ifade ediyor. Bununla birlikte Avrupa Birliği ile yapılan üyelik müzakareleri çerçevesindeki çevre faslının da etkili bir çevre yönetimi için önemli olduğu vurgulanıyor.

Dünya Bankası Türkiye’nin hızlı büyümesine karşılık doğal sermaye stokunda hızlı bir erime yaşanmadığını, dolayısıyla etkin bir çevre yönetimi ile Türkiye’nin daha yeşil bir ekonomiye ulaşmasının mümkün olduğunu belirtiyor. Kurum Türkiye’nin yeşil bir ekonomiye ulaşması için sektörel düzeyde detaylı analizlere ihtiyaç olduğunun altını çiziyor.

Türkiye’nin başta otomotiv ve demir-çelik endüstrisi olmak üzere yedi stratejik sektörde etkin bir çevre yönetimi için makul bir potansiyeli olduğunu belirten banka yönetimi daha çok Avrupalı ortaklarla çalışan otomotiv endüstrisinin Türkiye’nin yeşil ekonomik gelişme senaryosunda çok ciddi mesafe aldığını da ekliyor. Bunun yanında demir çelik sektöründe metallerin geri dönüşümü ile daha çevreci bir üretime ulaşılacağı uyarısı da yapılıyor. Kurum, ülkedeki çimento üretiminin ise AB kirlilik ve emisyon standartlarından uzak olduğu görüşünde.

13 Ekim 2013 Pazar


2013 TÜRKİYE İLERLEME RAPORU

16 Ekim’de açıklanması beklenen  2013 Türkiye İlerleme raporunun ayrıntıları aşağıdaki şekildedir.

16 Ekim’de Avrupa Komisyonu olağan toplantısında kabul edildikten sonra açıklanması beklenen taslak raporda Avrupa Komisyonu Türkiye AB müzakere sürecine darbe vuracak bir dil kullanmamaya özen gösterdiği görülüyor.

AB Haber’in aktarımına göre, Türkiye raporunda hükümetin AB reformları çerçevesinde attığı (yargı reformu, demokrasi paketi) adımlar övülüyor, diğer yandan eksikler ise eleştiriliyor. Bu anlamda Komisyon dengeli bir yaklaşım sergiliyor. Ancak raporda sürece darbe vuracak bir dil kullanımından özenle kaçınıldığı görülüyor. Açıkçası Avrupa Komisyonu eksikliklerin üzerine parmak basıyor reformlar övülüyor.

Raporda 22. başlık ile ilgili Avrupa Komisyonu topu AB üyesi ülkelere atıyor. Komisyon başlığın açılmaması yönünde bir tavsiyede bulunmuyor.

Avrupa Komisyonu 2013 Türkiye raporunda sürpriz hiç bir şey yok.T ürkiye’nin 2013 yılında siyasi ,ekonomik ve sosyal alanda fotoğrafının çekildiği raporda Türkiye’nin eksiklikleri gündeme getiriliyor.

Reform sürecinin yavaşlaması ve müzakere başlıklarının uzun bir süredir açılamadığına vurgu yapılıyor bu çerçevede sürece ivme kazandırmak için AB Türkiye ilişkileri için pozitif gündemin getirildiği belirtiliyor.

Poizitif gündem kapsamında temel haklar ve yargı başlığı ile ilgili çalışma grubu oluşturulduğu 3.yargı paketi ve kamu denetçiliği ile ilgili kanun ve mahkemelerde anadilin kullanımının güvence altına alınması bu çerçevece Türkiye’de temel haklara saygı anlamında süregelen eksikliklerin giderilmesine yönelik 4 yargı paketinin çıkarıldığı belirtiliyor. Avrupa Komisyon 4.yargı paketi başta olmak üzere Türkiye’nin bu yönde attığı adımları memnunlukla karşılıyor ancak daha atılacak adımların olduğu hatırlatılıyor. Hükümetin açıkladığı son demokrasi paketi, 4.yargı paketi olumlu karşılanıyor.

Türk Ombudsman’ın göreve başlamasından duyulan memnuniyet dile getiriliyor. Vicdani ret ile ilgili düzenleme yapılmadığına işaret ediliyor. Alkol yasasına da raporda yer veriliyor Ve yasaya olumlu yaklaşılmıyor.

Raporda Gezi parkı olaylarına geniş yer ayrılıyor. Gezi parkı ile ilgili tüm gelişmelere raporda yer veriliyor. Stefan Füle’nin Gezi olaylarının başında İstanbul gittiğine işaret ediliyor. Gezi olayları çerçevesinde üyeliğe aday ülkeler insanların protesto ve toplantı haklarını kullanabilmelerini sağlamak ve bu hakkı korumakla sorumlu olduğu ifade ediliyor ve toplantı ve gösteri haklarının kullanmak isterken gözaltına alınların bulunduğu ve gösterilerde insanların hayatını kaybettiği vurgulanıyor.

Basınında Gezi parkı olaylarında takındığı tutuma dikkat çekiliyor. Göstericilere karşı orantısız güç kullanıldığı belirtiliyor. Gezi parkı olayları sonrası gelişmelerde göstericiler ile bir polisin öldüğü kaydediliyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün Gezi parkı olayları çerçevesinde uzlaştırıcı tavrı övülüyor.

Gazetecilere yönelik baskı da 2013 ilerleme raporunda yer alıyor Gazetecilere uygulanan baskı ve verilen cezalar eleştiriliyor. Uluslararası gazeteci örgütlerinin Türkiye’nin dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi olduğunu vurguladıklarının altı çiziliyor. Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğüyle ilgili endişelerden bahsedilen raporda , yazarlar, gazeteciler, akademisyenler ve insan hakları aktivistleri aleyhine çok sayıda dava açılmasının, internet sitelerinin sıklıkla erişime kapatılmasının, devlet görevlilerinin baskıyla basın üzerinde caydırıcı etkide bulunmasının ve eleştiren gazetecilerin işten atılmasının" endişe kaynağı olduğu ve çözüm beklediği kaydediliyor.

Ergenekon ve balyoz davalarıyla ilgili yargılama biçimi ve yargılamanın Avrupa standartlarına uyması konusunun altı çiziliyor.

Raporda  barış süreci (Türkiye-PKK)  görüşmeleri destekleniyor. Ve Güneydoğudaki çatışmalara son vermek amacıyla başlatılan girişime barış sürecine destek verildiği bu girişimin teröre son verilmesi Kürt meselesinin kapsamlı çözüme ulaştırılması için bir fırsat sunduğu hatırlatılıyor. Türkiye’nin güneydoğusunda son 30 yılda çok sayıda can kaybına neden olan terör ve şiddeti sona erdirme hedefiyle devam eden diyaloğun AB tarafından bütünüyle desteklendiği" belirtiliyor. Raporda Türkiye’deki terör saldırıları şiddetle kınanıyor.

İlerleme raporunda yeni anayasaya destek verilirken, yeni anayasanın geniş bir katılımla hazırlanmasına vurgu yapılıyor.

Kopenhag siyesi kriterlerinin yerine getirilmesi hususunda güçlükler olsa da genel anlamda ilerleme sağlandığı tespiti dikkat çekiyor.

Türkiye ile vize diyaloğunda ilerleme kaydedildiği belirtiliyor. Ve Türkiye’ye Geri Kabul Anlaşmasını imzalamaya davet ediliyor.

AB Türkiye raporunda ayrıca, Türkiye ile vize diyaloğunda ilerleme kaydettiği belirtiliyor. Vize muafiyeti diyaloğu için geri kabul anlaşmasının imzalanması gerekli olduğu Ve vize muafiyeti yol haritasında ilerlemenin Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirme performansına bağlı olduğunu belirterek öncelikle mevcut geri kabul anlaşmalarının etkin uygulanmasını talep ediyor.

Raporda şu görüşlere yer veriliyor:

İnsan hakları odaklı ceza hukuku sistemi ile uluslararası insan hakları sözleşmelerinde standartlara uyum gösterilmelidir. Mevzuat reform tek başına yeterli değil uygulamada önemlidir. Türkiye hukuk sistemi ve yargısının AB standartlarına uyumu noktasında önemli ilerleme sağlandı Bununla birlikte reform süreci henüz tamamlanmamıştır.

Raporda Uluslararası Çalışma Örgütü standartlarına uyum sağlanması ,kamu ihaleleri kamu mevzuatının AB standartlarına uygun hale getirilmesi gerektiği kaydediliyor.

Kıbrıs sorunuyla ilgili geçtiğimiz yıl rapora dahil edilen paragrafların dışında doğalgaz ile ilgili Rumların görüşlerini daha da güçlü destekleyen ifadelere yer veriliyor. Kıbrıs sorunuyla ilgili BM müzakereleri destekleniyor AB olarak yardıma hazırız deniyor.

Raporun Kıbrıs paragrafında  özetle şu görüşlere yer veriliyor:

“2006 Aralık AB Konseyi kararları uygulanmalı.(Ankara protokolünün uygulanması ,Kıbrıs Rum kesiminin tanınması….vs) isteniyor. Türkiye BM kararları çerçevesinde Kıbrıs soruna çözüm bulunması noktasında katkı sağlamalı. Türkiye ayrım gözetmeden AB ülkeleriyle bilhassa ,Güney Kıbrıs ile ilişkileri normalleştirmeli ve Rumların uluslararası örgütlere katılımına karşı çıkmamalı. Doğalgaz konusunda uluslararası deniz hukuk anlaşması dikkate alınmalı. Türkiye Güney Kıbrıs hava otoritesiyle ilişkiye geçmeli .Doğu Akdeniz’de Türkiye yüzünden hava trafiğinin güvenliği konusunda sorun yaşanıyor.’’

Raporda Suriye kriziyle ilgili ayrı bir parantez açılıyor Türkiye insanlık trajedisinin mağduru olan Suriyeli mültecileri kucaklama konusunda gösterdiği son derece etkileyici çaba destekleniyor. Bu çerçevede 11 Şubat’ta Hatay da Cilvegözü’nde 14 kişinin hayatını kaybetmesi kınanıyor ve terör eylemleriyle mücadelede Türk yetkililerin yanında olunduğuna işaret ediliyor.

Raporda ulusal Yolsuzlukla Mücadele Stratejisi’nin etkin uygulanabilmesi için daha güçlü siyasi desteğe ve daha katılımcı sivil topluma ihtiyaç duyulduğu kaydediliyor. Raporda bu kapsamdaki soruşturmalar, iddianameler ve mahkumiyetlerde Türkiye’nin daha iyi bir sicil oluşturması gerektiği ifade ediliyor.

Raporda Sivil asker ilişkilerinde olumlu gelişmeler olduğu tespiti yapılıyor.

Raporda Türk dış politikasına yer veriliyor. Bu anlamda Türkiye’nin önemli bir bölgesel güç (Kuzey Afrika, Ortadoğu, Balkanlar Güney Kafkasya) olduğuna işaret ediliyor.

Türk ekonomisinin krize rağmen yüzde 4 büyüdüğü ve uluslararası krize rağmen olumlu performans gösterdiği belirtiliyor.

Dini hürriyetler bölümünde AB, gayrimüslimler ile Alevilerin haklarına vurgu yapıyor. Raporda Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması çağrısı yapan AB, Ortodoks Patriği’nin “ekümenik” sıfatının kullanılmasının da serbest olması gerektiğini belirtiyor. Mardin’deki Mor Gabriel Manastırı’yla ilgili arazi tartışması da geçen yıl olduğu gibi bu yılki raporda da yer alıyor.

 

 

 

7 Ekim 2013 Pazartesi




 

. Faili Meçhul Terör Olaylarının Vatandaş Üzerindeki Etkisi;

 

(10/90) Esas Numaralı, Ülkemizin Çeşitli Yörelerinde İşlenmiş Faili Meçhul Siyasal Cinayetler Konusundaki  Meclis Araştırma Komisyonu Raporunda Faili Meçhul cinayetler ve bunların vatandaş üzerine etkileri anlatılırken;

“ Bölgede örgütün yaptığı propagandalar tesirli olduğundan vatandaşlar her Faili Meçhul Cinayetlerin arkasında devletin gölgesini aramakta, PKK örgütü sistemli bir şekilde her cinayeti Kontrgerilla ya da Hizbu-Kontra eylemi olarak vatandaş arasında propagandasını yapmaktadır. Bu olaylar aydınlatılmadığı sürece de örgütün sistemli propagandası neticesinde devlet şaibe altında kalmaktadır. Örgütün bu cinayetleri devletin yaptığına ilişkin propagandası başarılı olmaktadır. Devlet buna karşılık bir şey yapamamakta yapsa da etkili olamamaktadır. Örgüt devamlı olarak devlet PKK’nın işlediği cinayetlerin faillerini hemen yakalıyor, demek diğerlerini yakalamadığına göre, bu cinayetleri kendisi işliyor diyerek vatandaşa telkinde bulunmaktadır.

Bölge de yoğun olarak faili meçhul cinayetlerin devlet tarafından işlendiği iddia edilmekte ise de görüşülen kişiler bu konuda somut deliller bilgiler verememişlerdir. Kendilerine neden dolayı bu eylemleri kontr-gerillanın yaptığına inandıkları sorulduğunda, eylemlerin hep aynı şekilde gerçekleşmesi ve bir merkezden hareket ediliyormuş gibi davranılması ve maktüllerin öldürülüş şekillerine göre devletin içerisindeki herhangi bir kurumun veya Devlet destekli bir grubun eylemlerini tanımlamak için ortaya atılan Kontr-gerilla örgütü ile ilgili iddialara dayanak teşkil eden herhangi bir somut delil ileri sürülememiştir.

Şehrin en işlek yerlerinde işlenen cinayetlerin faillerinin bulunmaması vatandaşta korku ve şüphe uyandırmaktadır. Güvenlik güçlerinin adi olaylarda işlenen cinayetlerin faillerini kısa sürede yakalaması veya tespit etmesine rağmen, siyasal içerikli cinayetlerde  faillerin yakalanamaması vatandaş tarafından bu cinayetlere devletin göz yumduğu şeklinde algılanmaktadır. Nitekim örgütte bunu çok iyi kullanıp, bu yönde propagandasını yapmaktadır. Vatandaşlardaki inanç devlet isterse istediği an bu cinayetlerin faillerini yakalayabilir veya tespit edebilir.

Faili meçhul siyasi cinayetler konusunda durum böyle olunca da iyi niyetli vatandaş bile devletin ya acz içerisinde olduğuna veya faillerin yakalanmasında güvenlik güçlerinin iyi çalışmayıp yeterli gayreti göstermediğine araç ve gereçlerinin eksik olduğuna inanmakta veya bu cinayetlerin devlet veya devletin içerisindeki bir grup tarafından desteklendiği inancının oluşmasına yol açmaktadır.”

Şeklinde değerlendirmede bulunulmuştur.

Komisyonumuzda Bölgede ve özellikle son dönemde Hakkari İl ve İlçelerinde meydana gelen Bombalama olaylarının faillerinin meçhul kalmaması için;Güvenlik kuvvetlerimiz arasındaki mevcut ilişkiler tekrar gözden geçirilerek işbirliği en üst seviyeye çıkarılarak, faili meçhul olayların  görevlendirilecek uzman ekipler vasıtası ile tekrar mercek altına alınması, faili meçhul olayların en az seviyeye indirilerek, bölge halkında oluşmuş ve oluşabilecek yanlı ve yanlış değerlendirmelere fırsat verilmemesi yönünde  kanaat oluşmuştur.
 

          Faili Meçhul Terör Olayları  Nedeniyle AİHM  nezdinde  Ülkemizin Durumu

 

Dışişleri Bakanlığınca Komisyonumuza yazılan 27.01.2006 gün ve AKGY-17-2 sayılı yazıda;

 Hakkari Merkez, Yüksekova ve Şemdinli’ de meydana gelen olayları araştırmak için yapılan çalışmada yararlanmak üzere, son 10 yılda Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde terör eylemleri nedeni ile meydana gelen ve faili meçhul değerlendirilip A.İ.H.M’ne yapılan başvurularla ilgili olarak;

A.İ.H.M’’ne yapılan başvuruların, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin birden çok hükmünün ihlal edildiği iddiası ile yapılmakta olduğu ve A.İ.H.M’nin başvurular hakkında verdiği kararlarında A.İ.H.Sözleşmesinin birden çok hükmünü kapsamına alığı, bu nedenle faili meçhul olarak değerlendirilebilecek tek bir listenin düzenlenmesinin mümkün olmadığı, bununla birlikte A.İ.H.M’ne son 10 yıl içerisinde yapılan Doğu ve Güneydoğu kaynaklı başvurular arasında yaşam hakkının da ihlal edildiğine hükmedilen 7 karar hakkında  (629.157 EUR) Tazminat tutarı ve  (41.265 EUR) Yargılama gideri olmak üzere Toplam (670.422 EUR) ödediği bildirilmiştir.

Türkiye insan hakları ve temel özgürlükler alanında diğer demokrasilerle aynı değer ve amaçları paylaşmaktadır. İnsan hakları ve temel özgürlükler konusundaki standartların en yüksek seviyeye getirilmesi amacı ile ülkemizde bir çok önemli adımlar atılmıştır. Bütün bunlar yapılırken güdülen temel amaç Türk halkının demokratik ülkelerde mevcut tüm temel özgürlüklerden yararlanmasını sağlamak ve bunun doğal sonucu olarak taraf olduğumuz uluslar arası belgelerdeki yükümlülüğümüzü yerine getirmektir.

Vazgeçilmez bireysel haklar ilkesi üzerine kurulu bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ırk, dil,din, etnik köken farkı gözetmeksizin tüm vatandaşların haklarının Anayasa ve diğer yasalarla güvence altına alındığı parlamenter bir demokrasidir. Bunun sonucu olarak Türkiye İnsan hakları konusundaki tüm Avrupa Sözleşmeleri ile Birleşmiş Milletler çerçevesinde yapılan önemli sözleşmelerin büyük bir bölümüne taraf olmuştur ve sözleşmeler Anayasada öngörüldüğü gibi Türk Hukuk sisteminin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.

Bütün bu olanların yanında özellikle son dönemde Hakkari ilinde meydana gelen failleri belirlenemeyen  bombalama olayları ülkemizin Avrupa arenasındaki insan hakları profilini de olumsuz etkilemektedir. Öte yandan ülkemiz aleyhine hükmedilen tazminat tutarları ülke kaynaklarının gereksiz yere heba olmasına yol açmaktadır.

Bu nedenlerden dolayı Faili meçhul olaylar üzerinde yoğunlaşılarak bu olayların faillerinin en kısa sürede açığa çıkarılması sağlanmalıdır.

III- 01.06.2005-31.12.2005 TARİHLERİ ARASINDA DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ EMNİYET SORUMLULUK ALANINDA MEYDANA GELEN OLAYLAR

 

Emniyet Genel Müdürlüğünün Komisyonumuza yazdığı 13.02.2006 gün ve EGM.993-32430 sayılı cevabi yazı ve eklerinde 01- Haziran-13 Şubat 2006 tarihleri arasında Doğu Anadolu Bölgesinde meydana gelen Terör olayları ve bombalama eylemlerine ilişkin olarak;

 
1. 01- Haziran-13 Şubat 2006 tarihleri arasında Doğu Anadolu Bölgesinde meydana gelen Terör olayları incelendiğinde;

Anılan tarihler arasında Doğu Anadolu Bölgesinde; Silahlı Saldırı (7), Silahsız saldırı (14), Çatışma (4), Patlama (25), Patlayıcı Madde Koyma (2), Kaçırma Rehin Alma (1), Kundaklama (3), Molotof Kokteyli Atma (4), Tehdit (3), Zorla Para Toplama (2), Pankart (7), Kanunsuz Toplantı Gösteri (49), Açlık Grevi (10), Atatürk’ünün Manevi Şahsına Hakaret (2), Bayrak Kanununa Muhalefet (4), Yazılama (12), Bildiri (22), Şüpheli Paket (1) olmak üzere Toplam (172) Terör olayı meydana geldiği,

 Bölgede yer alan illerden  Hakkâri de bu olayların dökümüne bakıldığında ise,

 01- Haziran-13 Şubat 2006 tarihleri arasında; Silahlı Saldırı (1), Silahsız saldırı (6), Patlama (17), Patlayıcı Madde Koyma (1), Kaçırma Rehin Alma (1),  Tehdit (1),  Pankart (1), Kanunsuz Toplantı Gösteri (11), Açlık Grevi (2), Bayrak Kanununa Muhalefet (1),Yazılama (1), Bildiri (5), Şüpheli Paket (1) 0lmak üzere toplam (49)  Terör Olayı meydana geldiği,

 

2. 01- Haziran-13 Şubat 2006 tarihleri arasında Güneydoğu Anadolu Bölgesinde meydana gelen Terör olayları incelendiğinde;

Anılan tarihler arasında Bölgede; Silahlı Saldırı (7),Silahsız saldırı (10), Çatışma (2),Patlama (28), Patlayıcı Madde Koyma (2), Molotof Kokteyli Atma (20), Tehdit (2), Zorla Para Toplama (1), Pankart (6), Kanunsuz Toplantı Gösteri (59), Açlık Grevi (19),  Bayrak Kanununa Muhalefet (3), Yazılama (3), Bildiri (24), Şüpheli Paket (2) 0lmak üzere Toplam (188) Terör Olayı meydana geldiği,

3. Bölgede Meydana gelen olayların % olarak incelendiğinde ise;

 

a) Güneydoğu Anadolu Bölgesi;

Türkiye geneli polis bölgesinde aynı tarihte (1281) olay vuku’u bulduğu, bu olayların % 14,6’sının (188 olay) Güneydoğu Anadolu Polis bölgesinde meydana geldiği,

 

Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki (188) olayın;

% 24,5'i         Diyarbakır,

% 18,1'i          Mardin,

% 14,9'u         Şanlıurfa,

% 12,2'si         Şırnak ve Adıyaman,

% 6,9'u           Gaziantep,

% 5,3'ü           Siirt ve Batman,

% 0,5'i            Kilis ilinde meydana geldiği,

 

b) Doğu Anadolu Bölgesi;

Türkiye geneli polis bölgesinde aynı tarihte (1281) olay vukuu bulduğu, bu olayların (% 13,4)’ünün (172 olay) Doğu Anadolu Polis bölgesinde meydana geldiği,

 

Doğu Anadolu Bölgesinde ki (172) olayın;

% 28              Hakkâri,

% 16               Elazığ,

% 15'i              Van,

% 9,9'u           Tunceli,

% 6,4'ü           Malatya,

% 5,8'i            Muş ve Erzincan,

% 4,1'i            Kars ve Ağrı,

% 2,3'ü           Bitlis,

 

% 1,2’si          Erzurum,

% 0,6'sının      Iğdır ve Bingöl illerinde olduğu, Ardahan ilinde bu dönemde herhangi bir terör olayı meydana gelmediği incelenmiştir.

 

 

1. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde 01 Haziran 2005 tarihinden itibaren meydana gelen bombalama ve terör olayları ile  ilgili olarak;

 Dönem içerisinde meydana gelen terör olayları incelendiğinde;

 (78)'i çatışma, (81)'i saldırı,  (208)'i patlayıcı madde kullanma (406)'sı ise diğer terör olayları olmak üzere toplam (773) terör olayının meydana geldiği,

 Terör olaylarının (142) olay ile Şırnak ilinde yoğunlaştığı, bunu Hakkâri (104), Tunceli (63), Mardin (63), Van (57), Siirt (57), Diyarbakır (55) ve Bingöl (53) illerinin takip ettiği,

 Bütün terör olayları içerisinde tuzak ve mayın olaylarının (% 27)'lik bir oranla önemli bir yer tuttuğu, teröristlerce en fazla tuzaklı mayın olayının sırasıyla Şırnak (48), Hakkâri (43), Mardin (22), Diyarbakır (16), Siirt (16) ve  illerinde gerçekleştirildiği,

Ayrıca terör örgütü mensuplarına yönelik icra edilen operasyonlar neticesinde;

112.087 gr. plastik patlayıcı madde, 20.053 gr. TNT, 106 adet mayın, 470 adet fünye ele geçirildiği,(107) ölü, (65) sağ, (75)'i teslim olmak üzere toplam (247) teröristin tesirsiz hale getirildiği, Meydana gelen terör olaylarında (66) güvenlik görevlisinin şehit olduğu (12) vatandaşın hayatını kaybettiği, (230) güvenlik görevlisi ile (26) vatandaşın yaralandığı,

 İncelenmiştir.

 

Terör örgütü kırsal alan ile şehir merkezlerinde sürdürmeye çalıştığı şiddet ve propagandif eylem ve faaliyetler ile; teröristbaşı Abdullah ÖCALAN’ın ilk etapta başka bir cezaevine nakil ettirilmesini ve sonrasında serbest bırakılmasını, teröristbaşının muhatap alınmasını, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde güvenlik kuvvetlerimizce sürdürülen operasyonların durdurulmasını, Koruculuk sisteminin kaldırılmasını, Yurt içi kırsal alanı ile Irak’ın kuzeyindeki örgüt kamplarında faaliyet gösteren silahlı militanlarının yanı sıra cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlü örgüt mensuplarına genel af çıkartılarak siyasi alanda faaliyetlerinin önünün açılmasını sağlamayı amaçladıkları,

 

Sonucuna varılmıştır.

 

 

 


NOT:  Rapordan  alınmıştır...