Mesut Değer, 1959’da Diyarbakır’da doğdu. Avukat; 1985 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 2002 yılında 22. Dönem Diyarbakır Milletvekili seçildi TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanvekilliği, “Şemdinli mi?”, “Kürt Sorunu mu?” kitaplarını yazdı.
31 Aralık 2014 Çarşamba
29 Aralık 2014 Pazartesi
BBC: “2004, TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ
AÇISINDAN KÖTÜ BAŞLAYIP PEKTE İYİ BİTMEYECEĞİ GÖRÜLEN BİR YIL OLDU”
“Geçen yıl Aralık ayında ortalığa saçılan
yolsuzluk iddiaları ve dönemin başbakanı Sayın Tayyip Erdoğan’ın ilk önceleri
ABD’nin Ankara’daki büyükelçisi de dahil olmak üzere, olanlardan Batı’yı da
suçlaması, 2014’e girerken iki ülke arasında, Gezi protestolarındaki
ayrışmalardan dolayı zaten soğuk olan ilişkilere yeni zorluklar eklemişti”
“ 2014’ün
Eylül ayına gelindiğinde ise, IŞİD’e karşı yeni bir strateji izlemeye karar
veren Obama yönetimi, tam da o dönemde henüz cumhurbaşkanlığı seçimlerini
kazanan Erdoğan’la yeniden yakınlaştı.
ABD’nin etkili bakanlarının ve yetkililerinin
arka arkaya düzenledikleri Türkiye ziyaretlerini, Başkan Yardımcısı Joe
Biden’in ziyareti izledi.2014 yılı sonuna geldiğimizde ise, bütün bu üst düzey
ziyaretlere rağmen, ABD ile Türkiye’nin üstünde bir türlü anlaşamadığı bir dizi
sorunlar ilişkilere gerginlik yüklüyor.
Suriye’de Esad ve IŞİD’e karşı izlenecek
stratejilerde farklılıklardan Filistin ve Mısır gibi bölgesel konulara kadar,
Ankara ve Washington aynı sayfada buluşamıyor”
“Türkiye’de
bütün hızı ile süren Gülen Cemaati ile iktidar arasındaki mücadele de,
bugünlerde ABD ile olan ilişkilere eklemlenen, önümüzdeki aylarda da sıkça
isminin geçeceği bir başka konuya evriliyor. Son süreçte Fethullah Gülen için
bir yakalama kararının çıkartılması, hükümet yetkililerinin demeçlerine göre,
ABD’den Gülen’i geri isteme talebine dönüşecek”
24 Aralık 2014 Çarşamba
23 Aralık 2014 Salı
DÜNYA BANKASI RAPORU
Petrolde
düşüş Türkiye`yi nasıl etkiler?
Dünya
Bakası petrol fiyatlarındaki düşüşün Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerinin
önemli boyutta olduğunu belirtti.
Dünya
Bankası Aralık ayı Odak Notu Raporu'nda, Türkiye’nin GSYH’sinin yüzde 6’sı
düzeyindeki dış enerji açığı, dış ticaret açığının yüzde 58’ini oluşturduğuna
değinerek, enerji ithalat fiyatlarındaki keskin düşüşün devam etmesi durumunda,
2015 yılında daha güçlü büyümeyi, dış pozisyondaki düzeltmeyi ve enflasyonun
düşürülmesini destekleyeceğini belirtti.
Dünya
Bankası Odak Notu Raporu'nda şöyle denildi:
"Düşen
enerji fiyatlarının mali denge üzerindeki etkisi düşük düzeyde. Enerji
fiyatları Haziran 2014’ten bu yana keskin bir şekilde düşmüştür ve vadeli işlem
fiyatları, büyük petrol üreticileri tarafından bir politika değişikliğine
gidilmediği veya yeni küresel şokların yaşanmadığı takdirde 2015 yılının büyük
bir bölümünde enerji fiyatlarının zayıf kalacağını göstermektedir.
Haziran
ortasında varil başına 108$ ile yıl içindeki en yüksek seviyesine ulaşan ham
petrol fiyatları, arzdaki büyük artışlar ve zayıflayan küresel petrol talebi sebebiyle
yüzde 40’dan fazla bir düşüş yaşamıştır. ABD’de kaya petrolü üretimindeki artış
piyasadaki arz fazlasına önemli ölçüde katkıda bulunurken, OPEC ülkeleri
arasındaki pazar paylarını korumaya yönelik rekabet kartelin üretimi kısma
olanağını engellemiştir. Emtia fiyatlarındaki düşüşün bir kısmı ABD dolarındaki
güçlenmeyi de yansıtmaktadır.
ABD’deki
daha canlı ekonomik performansın ve FED tarafından sürdürülen para politikası
normalleştirme sürecinin bir yansıması olarak, ABD doları Temmuz ayından bu yana
önemli para birimlerinin tümü karşısında değer kazanmıştır. Petrol
piyasasındaki gelişmeler doğrultusunda, Avrupa doğal gaz fiyatlarının da
gecikmeli olarak gevşemesi beklenmektedir. Tarihsel olarak, Avrupa’daki doğal
gaz fiyatları ile ortalama ham petrol fiyatı arasındaki korelasyon 1990-2013
döneminde 0,98 olmuştur. (Foreks)
Enerji
fiyatları enerjide ithalata önemli düzeyde bağımlı bir ülke olan Türkiye’deki
makroekonomik gelişmeler üzerinde önemli sonuçlar doğurmaktadır. Petrol
fiyatlarındaki değişiklikler Türkiye ekonomisini temel olarak dört kanal
üzerinden etkilemektedir: büyüme, ödemeler dengesi, enflasyon ve bütçe. Bu
notta enerji fiyatlarında son zamanlarda yaşanan düşüşün makroekonomik etkileri
tartışılmakta ve mümkün olduğu ölçüde nicelleştirilmektedir.
Yurt
içindeki nihai tüketici enerji fiyatları kısmen döviz kuruna bağlıdır. Petrol
fiyatlarının enflasyon ve nominal vergi gelirleri üzerindeki etkisi aynı
zamanda enerji ürünlerinin yerel para birimindeki fiyatına da bağlıdır. Liranın
performansı Türkiye’deki enflasyonu düşürücü baskıları güçlendirebilmekte veya
zayıflatabilmektedir.
Liranın
ABD$ karşısında değer kazanması halinde, ilk şok dolar fiyatındaki değişimin
gösterdiğine göre daha büyük olacaktır değer kaybetmesi halinde ise daha küçük
olacaktır.
Enerji
ithalatı Türkiye’nin dış dengesizliklerine önemli ölçüde katkıda bulunmaktadır.
Ocak 2012’den bu yana 12 aylık birikimli enerji açığı GSYH’nin yüzde 6 ile
6,8’i arasında seyretmektedir (Şekil 2). Ortalama yıllık enerji ithalatı, mal
ithalatının yaklaşık yüzde 23’ünü oluştururken, yıllık dış enerji açığı toplam
ticaret açığının yüzde 58’ini oluşturmaktadır.
Enerji
fiyatlarının düşmesi Türkiye’nin yüksek düzeydeki cari açığını, dolayısıyla da
finansman ihtiyaçlarını azaltmasına yardımcı olacaktır. Enerji fiyatlarının dış
dengeler üzerindeki etkisinin tahmin edilmesinde takip edilen iki yaklaşım
mevcuttur – bunların her ikisi de cari dengenin bağımlı değişken olduğu bir
basit regresyon kullanmaktadır.
Bunlardan
ilki nispi fiyatları kullanarak etkiyi tahmin ederken, ikincisi dolar bazında
enerji fiyatlarını kullanarak regresyonda reel döviz kuru değişikliklerini ayrı
olarak kontrol etmektedir. İkinci yaklaşım dolar bazlı enerji fiyatlarının cari
denge üzerindeki doğrudan etkisinin (diğer koşullar eşit tutularak) ölçülmesine
olanak tanıdığından dolayı daha fazla tercih edilmektedir.
Regresyon sonucu enerji fiyatlarındaki yüzde
10’luk bir düşüşün, cari dengenin GSYH’ya olan oranında yüzde 0,39 puanlık bir
iyileşme sağladığını göstermektedir. Enerji fiyatlar katsayısı enerji
fiyatlarının cari denge üzerindeki doğrudan etkilerini yakalarken, büyüme,
döviz kuru ve enflasyon yoluyla gerçekleşen dolaylı etkiler enerji dışı
bileşenler tarafından absorbe edilmektedir. 2015 yılında ortalama petrol fiyatının
varil başına 70$ olarak varsayıldığı varsayımsal bir petrol şoku senaryosunda,
diğer koşulların aynı kalması halinde 2015 yılında cari dengenin GSYH’ya
oranında 1,1 puanlık bir iyileşme sağlanacağı tahmin edilmektedir.
Nihai
tüketici gaz fiyatları aynı zamanda BOTAŞ’ın fiyatları ayarlama yeteneğine de
bağlıdır. Temmuz 2008’de elektrik ve doğal gaz için maliyete dayalı bir
fiyatlandırma mekanizması uygulama konulmuştur. Bu mekanizma elektrik
fiyatlarının Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından üç aylık
dönemler bazında ayarlanmasını ve doğal gaz fiyatlarının BOTAŞ tarafından üç
aylık dönemler bazında (gerek duyulursa aylık) ayarlanmasını öngörmektedir.
EPDK ve BOTAŞ elektrik ve doğal gaz fiyat ayarlamaları ile ilgili resmi
duyurular yapmaktadır.
EPDK 2008 yılından bu yana elektrik
fiyatlandırma mekanizmasını tutarlı bir şekilde uygulamıştır. Ancak, BOTAŞ
geçmiş dönemde ithalat maliyetlerindeki artışı tam olarak nihai tüketici
fiyatlarına yansıtmadığı için, önümüzdeki dönemde ithalat fiyatlarındaki düşüşü
de tam olarak nihai tüketici fiyatlarına yansıtmayabilir.
Enerji
fiyatlarındaki düşüş 2015 yılında enflasyon oranında düşüşe dönüşebilir.
Tüketici sepetinde akaryakıt ve elektrik-gaz-su payı sırasıyla yüzde 5,1 ve
yüzde 7,1’dir (Şekil 3). Yakıt fiyatları, petrolün yerel para birimindeki
fiyatına sıkı bir şekilde bağlı iken, diğerinde ise doğal gazın yerel para
birimindeki fiyatı belirleyicidir.
Değişim
enflasyon üzerinde sınırlı etki yaratıyor
Rafineri
çıkış fiyatı, pompada ödenen fiyatın yaklaşık olarak yüzde 30’unu oluştururken,
vergiler kalan yüzde 70’ini oluşturmaktadır. Dolayısıyla, petrol fiyatlarındaki
bir değişimin enflasyon üzerindeki etkisi sınırlı düzeydedir ve vergi
yapısından dolayı tüketici sepetindeki orijinal paylar ile orantısızdır. Yerel
para birimindeki petrol fiyatlarında yüzde 10’luk bir düşüşün anlık etkisi
manşet enflasyondaki 0.3 puanlık bir azalmadır. Elektrik-gaz-su fiyatlarının
enerji fiyatlarındaki düşüşe göre ayarlanması halinde bu etki daha yüksek
olacaktır.
Enerji
fiyatlarındaki düşüşüm mali gelirler üzerindeki etkisi sınırlıdır. Enerji
fiyatları merkezi yönetim bütçesini iki kanal yoluyla etkilemektedir: özel
tüketim vergisi ve enerji ithalatından alınan katma değer vergisi. Enerji
ürünlerinden alınan özel tüketim vergisi 2013 yılında yaklaşık 45,2 milyar TL
gelir getirmiştir (GSYH’nin yüzde 2,9’u). Bu vergi fiziksel birim başına
alınmaktadır ve ürünün değerine bağlı değildir. Petrol ve doğal gaz
ithalatından alınan KDV yaklaşık 19 milyar TL (GSYH’nin yüzde 1,2’si) olarak
gerçekleşmiştir. Tahminlerimize göre, 2015 yılında ortalama petrol fiyatının
varil başına 70$ olarak gerçekleşmesi halinde, diğer koşullar aynı kalırsa mali
gelirlerde 3,5 milyar TL’nin altında bir düşüş yaşanacaktır (GSYH’nin yüzde
0,2’si)
Emtia
fiyatlarındaki düşüş Türkiye’nin ekonomik büyümesini desteklerken, küresel
talepteki durgunluk doğal olarak ülkenin büyüme beklentilerini baskılayacaktır.
Büyüme üzerindeki etki basit bir ekonometrik model yoluyla tahmin edilmiştir bu modelde büyüme oranındaki değişim, petrol
fiyatlarındaki değişime, dünya büyüme oranındaki değişime ve bir dizi kontrol
değişkenine dayalı olarak regresyona tabi tutulmaktadır.
Cari
açığı 1.1 puan azaltacak
Tahminlerimize
göre, petrol fiyatlarındaki yüzde 10’luk bir düşüş büyüme oranını yüzde 0,37
puan yukarı çekerken, küresel büyüme oranındaki yüzde 0,5 puanlık bir düşüş
Türkiye’nin büyüme oranında yüzde 0,4 puanlık bir düşüşe yol açmaktadır. 2015
yılında ortalama petrol fiyatının varil başına 70$ olarak gerçekleştiği ve
küresel büyüme oranında yüzde 0,5 puanlık bir düşüşün varsayıldığı bir
senaryoda, diğer koşullar aynı kaldığında Türkiye’nin büyüme oranı üzerindeki
net etkisinin yüzde 0,6 puanlık bir artış olacağı tahmin edilmektedir.
Makroekonomik
görünüm ve projeksiyonlar Türkiye Düzenli Ekonomik Notunun Aralık sayısında
ayrıntılı olarak tartışılmaktadır.
Özet
olarak, petrol fiyatlarındaki düşüşün Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri
önemli boyuttadır. 2015 yılında ortalama petrol fiyatının varil başına 70$
olarak gerçekleşmesi, cari açığı 1,1 puan azaltacak, tüketici fiyatları
enflasyonunu 0,9 puan düşürecek ve büyümeyi 0,6 puan arttıracaktır. Mali denge
üzerindeki etkisi ise GSYH’nın yüzde 0,2’si seviyesinin altında kalarak sınırlı
olacaktır."
22 Aralık 2014 Pazartesi
“Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bakanlar,
işadamları ve ailesinin karıştığı yolsuzlukları unutturmak için medya ve
toplumsal kesimlerle,
Gezi Parkı olaylarının ardından yargıda
onlarca değişikliğe gidildi.
80 bin polis ile 2517 yargıç ve savcı sürüldü.
845 gazeteci ise işini kaybetti.
Polisin
yetkileri arttırıldı. MİT yasası, İnternet Yasası ile yetkiler artırıldı.
Yolsuzluk
soruşturmaları ise rafa kaldırıldı.
AKP
eleştirilerden korunmak için bütün hukuk sistemini sarstı ve kuvvetler ayrılığına
son verildi.
Sayın
Cumhurbaşkanı Erdoğan 1150 odalı sarayında eski bakanlardan oluşan bir gölge
hükümet kurdu. Esasında ülkeyi kendisi yönetiyor”
DEUTSCHE WELLE: “ALMANYA’DA ÇİFTE
VATANDAŞLIK YÜRÜLÜĞE GİRİYOR”
Alman yayın
kuruluşu Deutsche Welle’nin haberine göre, Almanya’da yaşayan yabancı
kökenlilerin çocukları için çifte vatandaşlığı kolaylaştıran düzenleme 20
Aralık’ta yürürlüğe giriyor. Vatandaşlık yasasında yapılan değişiklikle yabancı
kökenli anne-babaların Almanya’da doğup büyümüş çocukları, opsiyon modelinden
muaf tutuluyor.
Özellikle
Türk ailelerin çocuklarını ilgilendiren yeni düzenleme ile çocuklar 23 yaşına
kadar iki vatandaşlık arasında seçim yapmak zorunda kalmayacak. Yasada yapılan
değişiklik uyarınca Almanya’da 21 yaşına kadar sekiz yıl Almanya’da ikamet
etmiş, altı yıl okula devam etmiş ya da Almanya’da bir okul diploması almış
kişiler de çifte vatandaş olabilecek.
BILD: “TÜRK SINIR GÖREVLİLERİ IŞİD
SEMPATİZANI”
Alman Bild
gazetesi, ‘IŞİD genç kızları böyle kandırıyor’ başlıklı haberinde, “Başta
İngiltere olmak üzere kandırılan genç kızlar Almanya ve Türkiye üzerinden
Suriye ve Irak’a ulaşıyorlar. Türk sınırları nispeten geçirgen olarak kabul
ediliyor. Sınır muhafızları rüşvete eğilimli, hatta bazıları da terör örgütü
militanlarına sempati ile yaklaşıyor”
Hürriyet
Planet’e göre, IŞİD’in petrol satışı ve fidye paraları ile genç kızların gözünü
boyadığını aktaran gazete, yayınladığı grafiklerle IŞİD petrolünün Türkiye’ye
satıldığı iddialarını yeniden gündeme taşıdı.
Buradan
kazanılan paralarla Avrupa’da Facebook, Twitter gibi sosyal medya ve internet
üzerinden ulaşılan ve aralarında15 yaşlarındaki çocukların da bulunduğu genç
kızların kandırıldığını aktaran gazete, bölgeye giden çocuk yaştaki kızların
IŞİD militanlarıyla evlendirildiğini aktardı.
Gazete,
bölgeye bu yolla kandırılarak giden kızlara örnek olarak Viyana’dan giden
Sabina Selimovic (16) ve Samra Kesinovic (17), Bristol’den Jusra Hussein (15)
ve Stockwell’den Samia Dirie’yi (17) örnek gösterdi.
WASHINGTON POST: “TÜRKİYE’DE
DEMOKRASİ TEHDİT ALDINDA”
‘Abesle
İştigal’ haberinde, “Türkiye’de demokrasi tehlikede. Türkiye’de
medyaya yönelik operasyonlar demokrasiyi tehdit etti. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan
arabayı uçurumdan aşağı yuvarlamadan önce geri vitese almalı”
Gazetecilerin
düzmece iddialarla gözaltına alındığını belirten ABD’li gazete, “Otokratlar
muhaliflerini ezerken genellikle, inandırıcılıktan ne kadar uzak olursa olsun
bahaneler uydurma ihtiyacı hissederler. Türkiye’de de haber kuruluşlarını hedef
alan son saldırıda gazeteciler hakkında çıkarılan gözaltı kararları ‘iktidara
el koymak için komplo düzenlemek gibi hain emeller güttükleri’ ya da ‘teröristleri
desteklemek amacıyla silahlı örgüt kurduklarından kuşku duyulduğu’ ifadelerini
içeriyordu. Bunlar Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisini
eleştirenlere ve rakiplerine yönelik bastırma harekâtından dikkatleri dağıtmayı
amaçlayan düzmece iddialar. Tehlikede olan ise demokrasi” dedi.
Aralarında
gazeteciler, yapımcılar, senaristler ve polislerin de bulunduğu 20’den fazla
kişinin gözaltına alınmasıyla ilgili, “Bir
zamanlar Erdoğan’ın müttefiki olan Fethullah Gülen şimdi bizzat cumhurbaşkanı
tarafından kendisini devirmeyi amaçlayan bir düşman olarak tanımlandı.
Rekabet
demokrasiyi zayıflatmaz, güçlendirir. Ses çıkaran medya, karanlık bir komplo
hazırlığı ya da saray darbesi girişimi içinde değildir. Bunlar, daha ziyade
sağlıklı işleyen bir siyasi sistemin gayet hayati bir parçalarıdır. Sayın
Erdoğan, haber medyasını boğmakla Türkiye’nin hedeflemesi gereken her şeyi
yerle bir etme riskini almış oluyor.
20 Aralık 2014 Cumartesi
16 Aralık 2014 Salı
TÜRKİYE
Protestolara katıldığı için hakkında kovuşturma
başlatılan ya da hapse atılan kişilerin tahmini sayısı:
Türkiye: 5 bin 500
Öldürülen protestocu sayısı:
Türkiye: 63
Yaralanan protestocu sayısı (tahmini):
Türkiye: 8 bin – 10 bin
Sivil toplum kuruluşlarını hedef alan yasalar
çıkarıldı.
Protesto gösterilerini kısıtlayan yasalar
çıkarıldı.
Freedom House kuruluşunun basın özgürlüğü
sıralaması:
Türkiye: Özgür değil
Economist dergisinin demokrasi endeksi sıralaması:
Türkiye: 93
Dünya Bankası’nın hukukun üstünlüğü endeksi (2013):
Türkiye: 55.92
Dünya Bankası yönetişim notu:
Türkiye: 0.08
“TÜRKİYE’DE BÜYÜME HIZ KESTİ”
Türkiye ekonomisi, son iki yılın en düşük
büyümesini yaşadı. Tarım sektöründeki daralma, büyümenin gerilemesinde etkili
oldu.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından
açıklanan verilere göre, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYH) yılın üçüncü
çeyreğinde yüzde 1,7 oranında büyüdü. Büyüme oranı böylece beklentilerin
altında kaldı.
Ekonomi bu
yılın birinci çeyreğinde yüzde 4,8, ikinci çeyrekte ise yüzde 2,2 büyümüştü.
İlk 9 aydaki ortalama büyüme 2,8 olarak gerçekleşti. Üçüncü çeyrekteki
gerileme, 2014’teki ortalama büyüme oranının da yüzde 3,2’de kalmasına neden
oldu. Ekonomi 2013’te yüzde 4 oranında büyümüştü.
SURİYE’Lİ MÜLTECİLERİN TÜRKİYE’YE MALİYETİ
Mültecilerin
durumu Ankara için de yük olabilir. Kalıcı olma hissi, yalnızca Türkiye’deki
1.6 milyon mültecinin kaygısı değil. Mültecilerin ekonomik ve toplumsal
maliyeti Ankara’yı da telaşlandırıyor. Fonlar tükeniyor. Suriye Devlet Başkanı
Beşar Esad’a karşı ayaklanmanın başlamasından ve iç savaşa evirilmesinden bu
yana, Türkiye’nin insani yardım harcamaları da beş katına çıktı. Ankara’nın
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na verdiği istatistiklere göre Türkiye’nin
insani yardım fonlarının yüzde 90’ından fazlası Suriye’ye ayrılmış. Kamp
dışındaki Suriyeliler ise suça bulaşıyor. Türkiye, 820 milyar dolarlık
ekonomisi her yıl mültecilere harcanan 1.5 milyar dolarlık yükün altındayken
bile, hala tam kapasite dolan kamplardaki 220 bin mültecinin ihtiyaçlarını
karşılayabiliyor. Ankara’yı asıl endişelendiren, kamp dışında yaşayan yaklaşık
1.4 milyon mültecinin giderek artan hoşnutsuzluğu”.
Mülteci krizinin Türkiye’ye maliyeti 4.5 milyar
doları geçti.
11 Aralık 2014 Perşembe
KASIM AYINDA 5 BİNDEN FAZLA KİŞİ ÖLDÜRDÜ
Orta Doğu ve Afrika’daki etkin
örgütlerin sadece Kasım ayında 5 binden fazla kişiyi öldürüldü.
Kasım ayı boyunca düzenlenen
saldırılarda öldürülenlerin 2 binden fazlası sivil. Geçtiğimiz ay en fazla
saldırıyı, hem Irak’ta hem de Suriye’de öldüren IŞİD örgütü düzenledi.
Kasım ayındaki saldırılar dört ülkede
yoğunlaştı.
Irak, Suriye, Nijerya ve
Afganistan’da saldırıları sonucu
ölenlerin sayısı toplam sayının yüzde 80’ini oluşturdu.
Geçen ay toplam 5 bin 42 kişi
düzenlenen saldırılarda ölürken, en tehlikeli ülke 233 saldırıda 1770 kişinin
öldüğü Irak oldu.
Düzenlenen saldırılar arasında
silahlı baskınlar da vardı, intihar saldırıları da...
Nijerya’da Boko Haram örgütü sadece
27 saldırı düzenlemiş olsa da Kasım ayı toplamında 786 kişiyi öldürdü. Örgütün
hedef ayırt etmeksizin gerçekleştirdiği bombalı saldırıların her birinde can
kaybı sayıları yüksek oldu.
Boko Haram’ın sadece Kano kentinin
merkezindeki camiye düzenlediği saldırıda 120 kişi hayatını kaybetti.
Kamerun sınırında da saldırılar
düzenleyen örgüt burada da 15 kişiyi öldürdü.
Yine Kasım ayı içinde Kenya ve
Somali’de ise Eş-Şebab örgütü 266 kişiyi öldürdü.
Afganistan’daki ı saldırılarda
ölenlerin sayısı Nijerya’daki orana yaklaşsa da, buradaki saldırılar daha küçük
çaplı oldu ve önceden belirlenmiş kişiler hedeflendi.
Kasım ayı içerisinde suikaste uğrayan
Kandahar Vali Yardımcısı, benzer saldırılardan bir tanesiydi.
İç savaşın devam ettiği Suriye’de ise
693 kişi gruplar tarafından
öldürülürken, Yemen’de düzenlenen 37 saldırıda 410 kişi hayatını kaybetti.
Kasım ayındaki ağır bilançoyu yaratan
16 örgüt içerisinde en çok kişiyi öldüren ise IŞİD oldu.
Örgüt Irak ve Suriye’de 2 bin 206
kişinin canını aldı. Bu sayı Kasım ayı toplamının yüzde 44’üne denk geliyor.
IŞİD konusunda El Kaide’nin yerini
almasa da ona rakip hale geldi. Bu örgütler kontrol ettikleri topraklarda hâkimiyetlerini
güçlendirmeye çalışıyor
Kasım ayındaki saldırıların ölümüne
yol açtığı kişilerin büyük bir kısmı siviller oldu.
Çeşitli örgütler geçtiğimiz ay 2079 sivili ve 1723 askeri
öldürdü. Ancak kayıplar arasındaki dağılımlar ülkelere göre çok büyük
farklılıklar gösterdi. Nijerya’da neredeyse 700 sivil Boko Haram saldırılarında
ölürken bunların 57’si çocuktu. Öldürülen asker sayısı ise sadece 28’di. Suriye
ve Afganistan’da ise ölen askerlerin sayısı Nijerya’dakinin iki katından daha
fazla.
Kasım ayında öldürülen 146 polisin
95’i ise Afganistan’da hayatını kaybetti. Siyasiler ve diğer yetkililer de Afganistan
ve Somali’deki saldırıların hedefindeydi. Bu ülkelerde ölen yetkililerin sayısı
22’ye ulaştı. Kasım ayında en çok can alan ise bombalı saldırılar oldu. İntihar
saldırılarında ve ev yapımı bombalar ile düzenlenen saldırılarda 1653 kişi
öldü.
Güçlü patlayıcılarla yapılan bazı
bombalar kitlesel ölümlere yol açarken, diğer bombalı saldırılarda bireyler
hedef alındı.
Silahlı saldırılardaysa en az 1574
kişi öldürüldü. 666 kişi ise gruplar
tarafından kurulan pusularda hayatını kaybetti.
Kasım ayı içerisinde grupların ‘idam
ettiği’ kişilerin sayısı ise 426 oldu. Bu sayıya Suriye, Yemen ve Libya’da
başları kesilerek öldürülenler de dahil.
Örgütlerin idam ettiği kişiler
arasında IŞİD tarafından başı kesilerek öldürülen ABD vatandaşı Abdurrahman
Kassig de vardı.
Cihatçı gruplar 204 kişiyi havan
toplarıyla öldürürken, bıçaklı saldırılarda da 49 kişi hayatını kaybetti.
9 Aralık 2014 Salı
8 Aralık 2014 Pazartesi
6 Aralık 2014 Cumartesi
Kürtlerden Oy Alır Mı?
CHP'nin Diyarbakır'dan çıkardığı son vekil olan Mesut
Değer'e göre, CHP bölgeden oy alabilmek için 'Çözümün içinde olmalı, dine karşı
algısını yıkmalı ve bölgedeki gençlerin eğitim ve iş sorunlarına yönelmeli.'
CHP Diyarbakır'dan en son 2002 genel seçimlerinde iki
milletvekili çıkardı. O isimlerden biri de Mesut Değer'di. Hem Baykal döneminde hem de Kılıçdaroğlu'nun
genel başkan seçildiği ilk dönemde CHP yönetiminde görev alan Mesut Değer'e
göre CHP çözüm sürecinde aktif rol almalı. CHP çözüm sürecine ve dine karşı
algısının yıkılaması gerektiğini vurgulayan Değer "2015 seçimlerinde HDP
dahil tüm sol partilerle güçbirliği yapılmalı" dedi.
CHP neden Kürt
seçmenden oy alamıyor?
Şimdi 2010 yılına
geldiğimiz süreç içinde Baykal döneminde Kürt sorunuyla ilgili neden oy
alamıyoruz ithamlarıyla karşı karşıyaydık. Sayın Kılıçdaroğlu genel başkanlığında doğu ve güneydoğu'dan oy
almak için çaba sarf etti. Kürtlerden oy almak için daha önceki yönetimde bu
tür çalışmaları ben götürüyordum. Benim dışımda yeni bir isimle bir sürece
girildi. Bu süreçten bir şey çıkmadı .( Baykal dönemini kast ederek) Daha önce
yüzde 2-8 arasında oy alınırken yüzde 2 ile sıfır arasına geçildi. Genel
Başkanın gezmediği il kalmadı, çabası var ama bana göre bilgilendirme açısından
yanlış strateji izleniyor. Kürt sorunun çözümünde insanlar CHP'den bu soruna
katki sunmasını, çözmesini bekliyor. Herkes CHP'nin önemli aktif rol almasını
istiyor.
CHP'den beklenen o
katkı nedir? Ne yapmalı size göre?
Ona geliyorum, CHP
Kürt sorununun çözümünde biraz mesafeli, uzak, Durağan duruyordu. Geçmiş
dönemde Baykal döneminde Kürt sorununa çözüm konuşulurken bugünkü şartlar
yoktu. Beş yıl önceki şartlarla bugünkü şartlar aynı değil. Mesela ben 5 yıl
önce sorunun çözümü için Öcalan ile görüşülmesi gerektiğini söylediğime kıyamet
koptu.2008'de söyledim, o zaman kıyamet koptu. Bugün gelinen noktada İmralı ile
Kandil ile görüşmeler yapılıyor. Bu önemli bir aşama, bunu destekliyorum, bu
ayrı. CHP sorunun çözümünü daha iyi biliyor, onlarca rapor yazdık ama CHP geri
duruyor.
Peki CHP ne yapmalı? Nasıl bir irade ortaya
koymalı? Eksik bulduğunuz nedir?
Kürt sorununun
çözümüyle ilgili en tecrübeli, bilgili, donelere sahip parti CHP'dir. Bir
CHP'nin çözümün içinde olması gerekir, halkın bakışı bu. İki sanki CHP dine
karşıymış gibi bir algı yaratılıyor. Bu AKP ve başkaları tarafından
kullanılıyor. Dine karşı olmamız söz konusu olamaz. Bu iki hususu net bir
şekilde anlatmamız lazım. Üç bölgedeki en önemli sorunlardan biri de işsizlik ve eğitimsizliktir, Bölgede yıllarca
çatışma ortamı oldu, yetişen gençlik bu sorunun içinde yaşadı. Diyarbakır'da
200 binin üzerinde genç bir nüfus var. Bunların işi yok, geliri, Kazancı yok.
Bu gençlik ne yapabilir kendini ispatlamaya çalışır. Terör örgütüne
katılabilir, 'Kurtlar Vadisi' gibi kendine göre bir örgüt kurabilir, uyuşturucu
işine girebilir vs. Bu gençliği kazanmak gerekir. Eğitim ve iş konusunda
olanaklar sağlanmalı. Bu gençlik 6-7 Ekim olaylarında hiç kimseyi dinlemedi.
CHP süreçte neden
geri duruyor?
Biz önce katkı
sunacak mıyız, bu konuda bir irade koymalıyız. AKP ve HDP'nin arkasına takılıp
gidelim demiyorum. Güneydoğu'da Kürtler CHP katkı sunsun diyor. Gelinen 2
yıllık süreçte AKP Kürtlerde bir güvensizlik yaratmıştır. Bu Kobani'de IŞİD olayında ortaya çıktı.
İktidara karşı bir
güvensizlik var diyorsunuz ama süreç devam ediyor .Süreç devam etmeli, süreç hükümeti de aştı, bu süreç devletin projesidir. Bir MİT müsteşar yardımcısının geçmiş yıllardaki açıklamasına baktığınızda bu projenin ortaya konulduğunu görüyoruz. Demek ki devletin almış olduğu bir karar var bu karar doğrudur. Öncelikle Kürt sorununu çözmeliyiz ki 77 milyonun birlikteliğini sağlayarak Ab'ye açılalım.
1980 sonrasında CHP
mirasına sahip çıkan SHP kürtlerden oy alıyordu ama CHP bunu başaramadı.
"CHP ile Kürt seçmenin arası Baykal döneminde açıldı, bu dönemde 'CHP laik,
kentli ve ulusalcı' bir kimliğe büründü" yorumlarına katılır mısınız? ya
da Baykal yönetiminde yer almış bir isim olarak bu eleştirilere ne yanıt
verirsiniz?
Hayır katılmıyorum..
Deniz Bey Kürtlerin anadillerini konuşabilmesi için ilk kanun teklifini veren
insandır. CHP 1990'lı yıllarda Kürtlerle daha iç içeydi. Kürtler belki Baykal'ı sevmeyebilirlerdi ama
güveniyorlardı sözüne itimat ediyorlardı, şimdi ise…Geçmişte SHP –HEP ittifakı gibi bugünün koşullarında CHP HDP ittifakı mümkün mü?
SHP HEP ittifakında rol alanlardan biri de bendim. Fehmi Işıklar, Ahmet Türk ile birlikte o süreci götürüyorduk. Şimdi 2015'te yeni bir anayasa gündeme gelecek, başkanlık sistemi tartışılan konulardan biri. O zaman HDP dahil sol partiler CHP çatısı altında olmalı. HDP dahil sol partiler CHP çatısı altında güç birliği yapmalıdır. AKP'ye karşı sosyal demokrasinin bir güç birliği olmalıdır.
Kaynak: Al Jazeera
5 Aralık 2014 Cuma
FRANSIZ, LE MONDE GAZETESİ;
“Türkiye,
korkulduğu gibi, ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı”
“Türkiye
daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor. Cumhuriyet boyunca süren
kültürel bölünme. Bu artık iyice keskinleşti.
Şimdi bir
yanda, ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü,
erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız
çocukları tam bir baskı altında yasayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten
hoşlanan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç
kari koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim
alamamış, dini inançları kuvvetli,
kalabalık, bir kitle var.
Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış,
aşağılanmış, itilip kakılmış. Simdi bu grup siyasal olarak örgütlendi.
Kalabalıklar. Ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık.
Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık,
Anadolu’da üretim yapıyor, malını dış dünyaya satıyor. Para kazanıyor. Siyasi
örgütünü destekliyor.
Birinci grubun
destekçileri. Yargı, ordu, bürokrasinin önemli bir kısmı,
Diğer yanda ise
kız lisesi-Kolej yelpazesinde eğitim görmüş, en azından bir düğün
salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa
da kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında dolaşan, evi
nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz yuman, kadınları modern
görünümlü, şarabın kalitesinden pek anlamasa da, kadın erkek bir arada içki
içebilen, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba
kıyasla çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da, Bati
standartlarına yakın bir grup var. Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk”
İkinci grup ise azınlıkta. Ve artık bir daha secim
kazanma ihtimalleri yok. Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor. Daha
Batılı olan ikinci grup, Batı’nın siyasi değerlerini kabul ederse, bir daha
asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için, git gide Batı’ya ve Batı’nın
demokratik değerlerine düşman oluyor”
İkinci grup ise parasal olarak da kuvvetli değil
artık. Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek ekonomik kazançlarını kaybediyor.
Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye’nin ancak
demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim, devletin yapısının
değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat,
İkinci grubun arkasında. Ve bu İkinci grup,
siyasetle demokrasiyle, iktidarı elinde tutmasının mümkün olmadığını
kavradığından, şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözümün peşinde”
Birinci ve İkinci grupların;
Hayatları, zevkleri, inanışları birbirinden çok
farklı.
Hatta birbirine düşmanca.
“Bu kültürel parçalanmada ordu önemli bir role
sahip.
Eğer, birinci grubu desteklerse ve Batı’nın
demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını kaybedecek. Aslında
birinci grubun çocuklarından oluşan ordu, kendi iktidarını sürdürebilmek için,
kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi
köklerine ihanet ediyor. Bu iki grup, siyasi iktidar için son kez çarpışmak
üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.
“Ordu destekli ikinci grup artık seçim de
istemiyor. Ve darbe söylentileri gittikçe artıyor. Cuntalardan söz ediliyor”
‘Peki, darbe olursa ne olur?’
“Yaşam tarzı Batı’ya daha yakın olan ikinci grup,
orduyla birlikte iktidara gelir ve Batı’nın desteğini kaybeder. Avrupa buna
kesinlikle karşı çıkar. Amerika her zamanki pragmatizmiyle, Kuzey Irak ve
Ortadoğu politikalarını desteklemesi karşılığında darbeyi kabullenebilir
aslında. Ama Amerika’nın önünde de ciddi bir engel var. ‘Demokrasi getireceğim’
diye Irak’ı işgal eden bir ülke, dünyaya ve kendi kamuoyuna Türkiye’deki
darbeyi niye desteklediğini açıklayamaz. Ve Irak faciasından sonra ikinci bir
zorlamayı gerçekleştirecek gücü yok. İstese de istemese de darbeye karşı
çıkacak. Silahını ve parasını Batı’dan alan bir ordu ve ülke, Batı’dan
koptuğunda ne yapacak?
Türkiye’de darbe olursa!
Dünya, tarihte bugüne kadar hiç gerçekleşmemiş yeni
bir oluşumla karşılaşacak.
Türkiye, olası bir darbeden sonra, Rusya ve Iranla
ortaklık kurmak isteyecek. Silahı, enerjiyi ve parayı bu iki ülkeden alacak.
Rusya’yla İran’ın elindeki doğal gaz,
petrol ve nükleer güç, Türkiye’yi ayakta tutmaya yeter. Ama Rusya- Türkiye-
İran bloku. Dünyanın bütün dengelerini değiştirir. Ortadoğu’nun kontrolünü
tümüyle ele geçirir. Avrupa’yı küçük kıtasına hapseder. Kafkasları,
Afganistan’ı, Pakistan’ı kendi gücüne katar. Müslüman dünyayla yakın bir ilişki
kurar. Petrol kaynaklarına egemen olur. Çin’le işbirliği yapabilir. Bu gelişme,
Avrupa, Amerika ve biraz da Japonya’dan oluşan Batı’nın, dünyadaki etkinliğini
inanılmaz bir biçimde azaltır. Yeni blok asker, enerji ve para acısından çok
güçlenir. Böylece, Türkiye’deki çatlama dünyada büyük bir çatlamaya yol açar.
Eğer Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa, sanırım, bu çatlamadan çıkar. ‘Asla böyle
bir şey olmaz’ diyebilirsiniz. Niye olmayacağına dair elinizde çok kuvvetli
veriler varsa, söyleyin. Ama, ya olursa... ki.... bana çok mümkün geliyor” .
‘O zaman ne yapacaksınız?’
“Bugün Türkiye’de kamplaşan ve bölünen insanların
da...Türkiye’yi Avrupa dışına itmeye çalışan, Eski bir imparatorluk olmanın bir
yanıyla; çok görkemli, bir yanıyla; çok zayıf mirasına sahip olan bir ülkeye
küstahça davranan, işbirliği yerine bas öğretmenlik yapmaya kalkan Avrupa’nın
da...Türkiye politikasında kili oynayıp, kurnazlık ettiğini sanan Amerika’nın
da...Bu senaryoyu bir düşünmesini isterim doğrusu. Türkiye’de yaklaştığı
görülen kanlı bir çatışmanın, bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir
ihtimal değil”
IŞİD’İN ENERJİ İÇECEĞİ ÇİKOLATALARI TÜRKİYE’DEN
Suriye’nin IŞİD’in kontrolündeki Rakka kentindeki
bir esnafın “IŞİD bölgelerindeki ekonomiyi yabancı savaşçıları sürüklüyor. Geri
kalan her şey, sıfıra indi”
Rakka’da bir esnafın Red Bull kutusu 1.50 dolara, bir tüp Pringles
ise 5.50 dolara satıldı.
Yerel halk
IŞİD yabancı savaşçılarının ayda en az 215 dolar maaş aldıklarını söylüyor.
Bunun yanında Suriye’nin doğusundaki dükkanlarda son model akıllı telefonların
bulunuyor
IŞİD militanlarının cep telefonu takıntısı
olduğunu,
TÜRKİYE’DE YOLSUZLUKLAR ARTTI
Uluslararası Şeffaflık Örgütü Yolsuzluk Algılama
Endeksi
175 ülke arasında yapılan kıyaslamada Türkiye,
geçen yıla göre en büyük düşüşü yaşadı. Geçen yılki listede 53’üncü sırada olan
Türkiye, 64’üncülüğe geriledi.
Türkiye’nin yolsuzlukla mücadele puanı da geçen
yıla kıyasla 5 puan azalarak 45 olarak belirlendi.
AİHM: “TÜRKİYE, CEMEVLERİNE AYRIMCILIK YAPIYOR”
Mahkemenin verdiği dört maddeli karar;
1. Oybirliğiyle başvurunun kabul edilebilir
olduğuna,
2. Oybirliğiyle AİHS’nin 9’uncu maddesiyle
bağlantılı olarak 14’üncü maddesinin ihlal edildiğine,
3. Bire karşı altı oyla AİHS’nin 9’uncu maddesi
uyarınca yapılan şikâyetin ayrıca incelenmesine gerek olmadığına,
4. Oybirliğiyle AİHS’nin 41’inci maddesinin Yeni
Bosna’daki merkezi kapsadığı için uygulanmasının mümkün olmadığına ve bu
nedenle
a) Bu
hakkı saklı kalmak koşuluyla,
b)
AİHS’nin 44/2 maddesi uyarınca altı ay içinde ilgili hükümetin yazılı olarak
başvuru sahibine konuyla ilgili anlaşma sunmasına
c)
Gerekli ihtiyaçların ileri bir tarihte belirlenmesi hakkının saklı tutulmasına
karar verilmiştir.
27 Kasım 2014 Perşembe
Türkiye, ülkenin 2013 Dünya Ekonomik Forumu’nun Cinsiyet
Eşitliği endeksinde 15 basamak düşerek 136 ülke arasında 120. sıraya geriledi.
Türkiye’de kadınlarının sadece yüzde 31’i evlerinin dışında
çalışıyor ve bu oran OECD ortalamasının yarısı kadar oldu.
Feministler ise AKP‘yi, Türkiye’de aile şiddetindeki
yükselişten de sorumlu tutuyor
TÜRKİYE’YE İKİ CİDDİ UYARI: “KIRILGANLIK ZİRVEDE”
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD),
Türkiye’ye dair gelecek yıl için yüzde 3.2 ve 2016 için
yüzde 4 olarak ay başında açıkladığı büyüme tahminlerinde değişiklik yapmadı,
bu yıl için büyüme tahminini ise yüzde 3 olarak açıkladı. Kuruluş, bu büyüme
oranının Türkiye’deki işsizlik oranının artmasını engelleyecek düzeyde
olmadığına işaret etti. Hükümetin Orta Vadeli Plan’ına göre büyümenin 2014 için
yüzde 3.3 olması bekleniyor.
OECD üyesi ülkeler için hazırladığı ekonomik görünüm
raporunda, Avrupa’da bölgesel krizin daha da kötüleşmesi, küresel mali
piyasadaki gerilim ve Avrupa pazarındaki toparlanmanın sekteye uğramasının
Türkiye’nin genişlemesini olumsuz etkileyeceği uyarısında bulunuldu. Sınır
ötesi sorunların siyasi gerginliği artırmasının, güveni zedeleyeceğine dikkati
çeken raporda, kısa dönem dış borçların yeniden finanse edilmesinin,
uluslararası yatırımcılar açısından Türkiye’yi kırılgan bir hale soktuğu
vurgulandı.
Raporda, mali denetim ve şeffaflığın uluslararası
standartlarda geliştirilmesinin önemine vurgu yapıldı. Kalıcı rekabet gücü ve
dengeli büyüme için özel sektörde verimliliğin artırılması gerektiğine de
işaret edildi. Avrupa pazarlarında toparlanma görülmesi durumunda ihracatın ve
dışarıdan sermaye akışının artacağı, bunun da büyümeyi olumlu etkileyeceği
belirtildi. Rapora göre cari açığın gayri safi milli hasılaya oranı yüzde 5’in
üzerinde seyretmeye devam edecek.
Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in Küresel Ülke Risk
Grubu Başkanı Alastair Wilson ise ülkelerin 2014 kredi görünümlerinin toplamda
durağan olmasına rağmen, paylaşılan bir dizi kırılganlığın farklı bölgelerde ve
derecelerde devam ettiğini hatırlatarak “En öncelikli olanı ABD’nin olası faiz artışından
dolayı güven şoklarının oluşması”
Moody’s küresel görünüm raporunda, ABD’nin para
politikasının normalleşmesinin, Türkiye gibi borçlu ve güvene dayalı sermaye
akışlarına bağımlı olan gelişen piyasalar için riskler oluşturabileceğine
dikkat çekildi. Raporda, jeopolitik risklere de değinerek Rusya ve Ukrayna
geriliminin ve Ortadoğu’daki krizin, komşu ülkelerde yatırımcı güvenine tehdit
oluşturabileceği belirtildi.
25 Kasım 2014 Salı
MESUT DEĞER; ‘’ÇÖZÜM SÜRECİNİN DEĞERİ
BİLİNMELİ’’
Sivil Haber Gazetesinin yazarı Reyhan
Aydın CHP'li Mesut Değer ile çözüm sürecini değerlendirdi.
25 Kasım 2014 Salı 00:07
MESUT DEĞER: Ben
Mesut Değer 1959 Diyarbakır doğumluyum. İlk, orta ve lise eğitimimi Ankara’ da
tamamladım. Daha sonra İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldum.
Uzun yıllar avukatlık yaptıktan sonra 1992 yılında CHP
Diyarbakır İl Başkanı olarak atandım.1999’ dan 2011 yılına kadar CHP Genel
Merkez Yöneticiliği, MYK Üyesi, Genel Sekreter Yardımcılığı, Genel Başkan
Yardımcılığı ve 22. Dönemde Diyarbakır Milletvekilliği yaptım. Aynı dönemlerde
TBMM’de İnsan Hakları Komisyon Başkan Vekilliği görevlerim de oldu.
Siyasetimiz, mesleğimiz ve yaşam tarzımız, bir Diyarbakırlı duruşuyla
süregeldi.
MESUT DEĞER: Babam’ da 1960’lı yıllarda Demokrat Parti
Diyarbakır İl Başkanı iken 60 ihtilali olduğunda tutuklanmış, bir yıl ceza
evinde kalmıştı. Daha sonra 60-80 yılları arasında önce Demokrat parti, Adalet
Partisi, daha sonra CHP Milletvekili idi. Aileden gelen bir siyasi duruşun
içinden geliyorum. 1992 yılında CHP kurulduğu dönemde, Diyarbakır CHP Kurucu İl
Başkanı olarak, ben atandım.
REYHAN: İlk olarak
ülkemizin sıcak gündemini oluşturan
‘’Çözüm sürecinin’’ değerlendirebilir misiniz? Sürecin başlangıcı, gelişimi ve son durumu
hakkında bizlere bir değerlendirme yapar mısınız?
MESUT DEĞER: Çözüm
süreci önemlidir. 2013 yılında çözüm süreciyle ilgili İmralı’nın başlattığı 21
Mart Nevruz’unda Diyarbakır da okunan mektuptan sonra, silahın bırakılmasıyla
bu süreç başlatıldı. Bu süreç çok önemli bir süreçtir. 2013’ den başlayan, bu 1,5 yıl süresi
içeresinde, Doğu, Güneydoğu Anadolu bölgesinde Kürt bölgesinde ve
Kürdistan’da, Çözüm Süreci hangi olumlu
değişimlere oldu, ne oldu? İnsanların
yaşam tarzında, ticari, ekonomik, turizm
ve diğer her alanda olumlu değişiklikler olmuştur. Terör, cinayet olaylarının
veya herhangi bir olumsuz olay olmadan, halkın normal yaşamlarına devam etmesi
insanların umutla beklediği bir ortamdı. Türkiye’de geçmiş yıllarda
biliyorsunuz, 1923‘lerden bu güne kadar kurulan hükümetlerde görev alan
kişiler, başbakanlar bu sorunun çözümüne yönelik çeşitli söylemleri olmuştu.
Özellikle de 1991 ‘ de Demirel, Kürt Realitesini tanıyacağız. Cem Boyner,
siyasetle ilgili, kardeşlikle ilgili, dağların bombalanmasıyla, ilgili flaş
isimdi ve açıklamalar yapmıştı. Mesut
Yılmaz’ın “Avrupa Birliğine giden yol
Diyarbakır’dan geçer”, Mehmet Ağar, dağdan ovaya inilmesinden bahsetmişti. ,Bu
süreçlere bıktığımız zaman hiçbir adım atılmamıştır. Sorunun çözümüne yönelik
ilişkin ilk defa, Ak Parti hükümeti “ Kürt sorununu ben çözeceğim” demiş ve
Sayın Tayyip Erdoğan Kürt halkında umut uyandırmıştır. Halk tarafından bu çok
önemli bulundu. Herkes de sorunu bitirme yönünde mutabık kalıp, çözüme sıcak baktı. Ben de CHP’ li olarak bu
sürece, CHP’nin düşüncesinin dışında destek verdim. Çünkü akan kan dursun
istiyordum!
Çözüm süreci bu açıdan çok önemliydi. Gelinen süreçte çözüm
sürecinin bu günkü aşamasında, 6-7 Ekim
olaylarına kadar geçen süreç içersin de insanlarda olumlu bir kanaat oluşmaya
başlamıştı. 6-7 Ekim olaylarından sonra bende oluşan kanaat neydi. Gerçekten
çözüm süreci var mıdır? Var ise bu çözüm sürecini ortaya konulması ve
irdelenmesi gerekir. Yol haritasının belirlenmesi lazım, doğru burada,
budur.
Tabi ki, yol haritasını çizerken veya çözüm sürecinin her
aşamasının açıklamanın bir gereği yoktur. Bence, çözüme giderken her şeyin kamuoyuna
açıklanması da doğru değil. Ama bazı konuların, 77 milyona doğru anlatılması,
izah edilmesi ve nedenlerinin bilinmesi lazım. Çünkü Türk halkı da acaba
Türkiye bölünüyor mu, bir pazarlık mı var, varsa ne gibi pazarlıklar oluştu?
Neler verilecek, biz neyi vereceğiz gibi kaygıyı, endişelenmelerini gündeme
taşıyorlar. Kürt halkında ise çözüm var mı? Var ise bize ne verilecek, bu
sorunun çözümüne giderken ortaya ne çıkacak? Herkes resmi bir tabloyu görmek
istedi. Onun için gelinen çözüm sürecinde umutsuzluk insanlarda hâkim olmaya
başladı. Hem Türklerde, hem Kürtlerde Türkiye’de yaşayan herkes için çözüm
süreci önemlidir.
Çözüm süreci desteklenmelidir. Asıl önemli olan, çözüm
sürecine giderken barış istemektir, ama barışa giderken yolu korumak daha da
önemlidir.
Çözüm süreci gündeme geldiği zamanda, ilk söylediğim,
“Barışa giden yolu korumak önemlidir.” Çünkü bugün gelinen süreçte içten içten
sürecin bozulması yönünde bazı düşünceler hâkim olmaya, bazı güçler çözüm sürecini
engellemeye yönelik davranışlar ortaya konulmaya başlamıştır. Bazı
provokatörlerin bunu 6-7 Ekim olaylarında da yansımasında çok farklı bir
şekilde oldu. En önemli kavramlardan biri, çözüm sürecine giderken, Sayın
Cumhurbaşkanımızın, İŞİD’ın başında İslam vardır, PKK’nın başında İslam yoktur,
deme kavramı da çok önemliydi. Çünkü IŞİD’i de bir nebze de olsa koruma
şeklidir. İslamiyet’le Kürt kimliğinin çatışmasını gündeme getirme, 6-7 Ekim
bölgedeki yaşanan olayların temelinde etken faktörlerden biri de budur.
İslamiyet hepimiz için vardır. Bütün Türkiye’de veya dünyada yaşayan bütün
Müslümanlar için İslamiyet vardır. İslamiyet’in, hiçbir kimlikle insanların
mezheple veya renkle kavgası yoktur veya hiçbir kimliğin dinle de kavgası,
İslamiyet diniyle de kavgası yoktur. 6-7 Ekime gidilirken her iki tarafta da
çözüm sürecine yönelik sert açıklamalarda bulundu. Ama bana göre yapılan sert
açıklamalar çözüm sürecinde tehlikeye veya çözüm süreci bittiği şekilde anlamak
yanlıştır. Çözüm süreci elbette rayına oturmuştur. Elbette bu konuda yasal
adımlar atıldı. Gerçek tende 6 maddelik bir kanun çıkarıldı. Bu çerçevede,
önümüzdeki sürecin çok daha iyi ilerleyeceği görülüyor.
REYHAN AYDIN: Kobani
de yaşanan olayların Türkiye‘ye yansımasını değerlendirir misiniz?
MESUT DEĞER: Kobani
önemlidir. Bugün IŞİD, Suriye’den Irak’a başka ülkenin topraklarına yayılarak
birçok bölgeyi eline almaya başladı. IŞİD, Musul’a giderken veya girdiği köyde
ve ilçelerde içten destek aldığı için, içten iş birlikçileri olduğu için, Musul gibi 2 milyonluk şehri 5 saatte tamamen
ele geçirdi. Ama Kobani’ de bu yoktur. Kobani’de İŞİD’e destek veren her hangi
bir halk olmadığı için gerçek direnişle karşı karşıya kaldı. Bu direnişin 61,
62. gününe gidildi. Kürtlerin bir direnişi vardı. Kobani, Suriye’de direnen
bölgedeki sembol haline geldiği gibi isim olarak ta tarih listelerine giren bir
köy oldu. Kobani de İŞID’ in bütün kuşatmasına rağmen, ele geçiremediğini
göstermiştir. Yaşanan bu olaylar gösteriyor ki; Çözüm Sürecini yaşanırken,
sadece Türkiye’de yaşayan Kürtler değil, sınır bölgelerimizde yaşayan ve
Türkiye’de yaşayan Kürtlerle akrabalık bağları olan Kürtleri de düşünmek
gerekmektedir. Yani bu anlamda sadece Türkiye’de ki Kürtleri ele almak doğru
değildir
Kobani Kürtler için
önemlidir. Kürt olarak kalmalıdır, halkı orada kalmalıdır. Kürt halkı orada
yaşamayı sürdürmelidir. Kobani, Kobani olarak kalmalıdır. Ben, Türk askerinin
gidip, Kobani’de İŞID’i bertaraf etsin demiyorum, bunun bin yolu vardır, yeter
ki hükümet kararlılığını göstersin, hükümet desteklesin. Ben Kobani’yi, IŞİD’e
yedirtmem demesi bile IŞİD’in oradan geri çekilmesini sağlar, Asker girmeden,
kurşun atmadan, bu iradeyi göstermemiz gerekir.
REYHAN AYDIN: Dış
basını takip eden birisi olarak, Çözüm Sürecine, Avrupa’nın ve ABD’nin bakış
açılarını değerlendirir misiniz?
MESUT DEĞER: Çözüm sürecine düşüncesini ortaya koyarken bunu
dünyada alkışlıyordu. Aynı şekilde Çözüm Sürecini hükümetin desteklenmesi
önemlidir. Attığı adımlar doğrudur. Eleştirilerini de yapıyorlar.
Biz Türkiye’de yaşayan
insanlar olarak gördüğümüz bu tablo karşısında eksikleri yanlışları gündeme
getiriyoruz. Kobani, olayını gündeme ben
getirdim. Kobani olayları bu olaylar yaşanmadan yapılırken de, Ezidi’ler konusunu
gündeme getirdiğimizde, Türkiye bu konuda olumlu adım atmadı. Dünya ülkeleri
diyor ki; Kobani için 40 ülke IŞİD’e
karşı mücadele içinde koalisyon kuruldu mu, kuruldu. Bir uzlaşma mutabık
kalınacak konular oldu mu? Oldu. Dünya liderleri bir araya geldiler mi?
Geldiler. Bu konuda bir havuz oluşturuldu mu oluşturuldu. Bir masa oluşturuldu
mu? Oluşturuldu. Bundan sonra ne yapılması gerekiyor? Adım atılması gerekiyor.
Senin adım atman gerekiyor. Sen, adım
atmadığın zaman ABD’de IŞİD konusunda olduğu gibi, Suriye konusunda oluğu gibi
Türkiye güvensizliği ve bu konuda çekimserliği veya eleştirileri bu gün gündeme
getiriyor.
Türkiye’nin bu konuda önemli görevler alması, karargâh cephe
olmaması gerekir çünkü Türkiye’de de artık IŞİD in varlığı gözükmeye başladı.
Yuvaları gözükmeye başladı.
Oradaki kavganın aynısı Türkiye’de de yaşatılmak istendi.
Suriye’de Şii-Sünni veya Alevi Kürt, Türk Türkmen, Dürziler Hıristiyanlar
çatışmasından ziyade böyle bir çatışmaya girmeden, hepsinin bir arada birlikte
yaşayabilmesi acısından, Türkiye’de Kürtler 81 ile dağılmış bin ilçede vardır,
her yerde yaşıyorlar, oradaki Kürtler belirli bölgede yaşıyor. Burada ne
yapmamız lazım. Çözüm Sürecinde bu liderlik konumunda Türkiye’nin yapması
gereken husus; her şeyi bu çerçevede değerlendirerek yapması gerekir.
Irak’ta biz Barzani
ile bir ticari anlaşma imzaladık 50 yıllık petrol ve doğalgaz anlaşmaları.
Bunlar çok önemli konulardı. Türkiye’ye
30 milyar dolar yıllık gelir geliyordu. Şimdi 4 milyar dolar ile 8 milyar dolar
arasında kaldığı söyleniyor. Türkiye’deki ekonomi olarak yansıması her insanın
refah düzeyinin artmasını sağlar.
REYHAN AYDIN: Sayın
Vekilim “Kürt Sorunu” hakkında 2008 yılında yazmış olduğunuz bir kitap var.
2008 yılından bugüne gelindiğinde bu sorunla ilgili ne gibi değişlikler oldu?
MESUT DEĞER: Evet,
güzel bir soru. 2008 yılında Türkiye’de gelişen yaşam koşulları ve Kürt soruna
ilişkin herhangi bir çalışma, rapor ve özellikle kitap yoktur. Doğu ve Güney
Doğu’da herkes bu konuyu gündeme getiriyordu, herkes bir ucundan alıp, yine
herkes aldığı o ucu değerlendirerek konuşuyordu. Ben, 1923 den 2008 yılına
kadar Doğu ve Güney Doğu’da ki 24 ilin bütün Vergi, KDV, yatırılan iş istihdam
gücünü; a’dan z’ye ansiklopedik şekilde hazırladım. Özellikle Kürt sorunu
nedir, çözümü nedir, hangi şartlarda nasıl çözülebilir diye, kaleme aldım. Bir
Diyarbakırlı olarak o günkü şartlarda basın; terör örgütü militanıymışız gibi,
PKK’lıymışız gibi çeşitli uçlarda yazı yazdılar, çizdiler. Şahsıma büyük
saldırılar oldu bu anlamda. Tabi bazı basın ve medyada da alkışlar oldu Çözüme
yönelik çalışmalarımızdan dolayı. Bazı medya basında günlerce yazdı.2008 deki
hükümet bu sorunun çözümüne yönelik çalışma ve konuşmaları gündemden uzak
tutuyordu. Ama Kürt sorununa çözüm; 2013 yılında başlarken, tamamen benim
kitabıma başlarken ilk 66 sayfasında yer alan adımlarla başladığını görüyorum.
Bu çerçevede ilerlemesi de beni mutlu etti. 2014 yılına geldiğimizde de az
öncede söylediğimiz gibi sadece Türkiye’de değil; bölgede yaşayan sınır
bölgesinde yaşayan Kürtlerin birbirleriyle aile ve millet bağlarını da göz
önünde bulundurarak, değerlendirmesi gerekmektedir.
Yazdığımız bu kitap, bu konuda aydınlatıcı bir kitaptır.
Dünyanın birçok yerinden, Japonya’dan Çin’den bile kitap istenildi. Bu konuda
yakın zamanda da aldığım üst düzey müdürlerin söyledikleri şu; Çözüm Süreci başladığında çok
faydalandıkları ve birçok konuyu keşfettikleri yönündeydi. Bu da beni çok mutlu
etti.
Tabi önemli olan sorunun çözümünü birlikte yaşamaktır.
Türkiye’de herkesin birlikte yaşaması önemlidir. Ortadoğu
gibi kan gölüne dönmektense, Türkiye’nin Avrupa Birliğine açılıp, dünyaya
açılıp, birlikte kardeşçe güçlü ekonomisiyle, güçlü demokrasisiyle yürümemiz
gerekiyor, hepimize düşen görev budur.
REYHAN AYDIN: Sayın değer, bizlere zaman ayırıp samimi
açıklamalarda bulunduğunuz için teşekkür ederim.
MESUT DEĞER: Asıl ben teşekkür eder, sizlere de başarılar
dilerim.
Röportaj: Reyhan
AYDIN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)