29 Aralık 2014 Pazartesi


BBC: “2004, TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ AÇISINDAN KÖTÜ BAŞLAYIP PEKTE İYİ BİTMEYECEĞİ GÖRÜLEN BİR YIL OLDU”

 “Geçen yıl Aralık ayında ortalığa saçılan yolsuzluk iddiaları ve dönemin başbakanı Sayın Tayyip Erdoğan’ın ilk önceleri ABD’nin Ankara’daki büyükelçisi de dahil olmak üzere, olanlardan Batı’yı da suçlaması, 2014’e girerken iki ülke arasında, Gezi protestolarındaki ayrışmalardan dolayı zaten soğuk olan ilişkilere yeni zorluklar eklemişti”

“ 2014’ün Eylül ayına gelindiğinde ise, IŞİD’e karşı yeni bir strateji izlemeye karar veren Obama yönetimi, tam da o dönemde henüz cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Erdoğan’la yeniden yakınlaştı.

 ABD’nin etkili bakanlarının ve yetkililerinin arka arkaya düzenledikleri Türkiye ziyaretlerini, Başkan Yardımcısı Joe Biden’in ziyareti izledi.2014 yılı sonuna geldiğimizde ise, bütün bu üst düzey ziyaretlere rağmen, ABD ile Türkiye’nin üstünde bir türlü anlaşamadığı bir dizi sorunlar ilişkilere gerginlik yüklüyor.

 Suriye’de Esad ve IŞİD’e karşı izlenecek stratejilerde farklılıklardan Filistin ve Mısır gibi bölgesel konulara kadar, Ankara ve Washington aynı sayfada buluşamıyor”

“Türkiye’de bütün hızı ile süren Gülen Cemaati ile iktidar arasındaki mücadele de, bugünlerde ABD ile olan ilişkilere eklemlenen, önümüzdeki aylarda da sıkça isminin geçeceği bir başka konuya evriliyor. Son süreçte Fethullah Gülen için bir yakalama kararının çıkartılması, hükümet yetkililerinin demeçlerine göre, ABD’den Gülen’i geri isteme talebine dönüşecek”

23 Aralık 2014 Salı


                       DÜNYA BANKASI RAPORU

 

Petrolde düşüş Türkiye`yi nasıl etkiler?

Dünya Bakası petrol fiyatlarındaki düşüşün Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerinin önemli boyutta olduğunu belirtti.

Dünya Bankası Aralık ayı Odak Notu Raporu'nda, Türkiye’nin GSYH’sinin yüzde 6’sı düzeyindeki dış enerji açığı, dış ticaret açığının yüzde 58’ini oluşturduğuna değinerek, enerji ithalat fiyatlarındaki keskin düşüşün devam etmesi durumunda, 2015 yılında daha güçlü büyümeyi, dış pozisyondaki düzeltmeyi ve enflasyonun düşürülmesini destekleyeceğini belirtti.

Dünya Bankası Odak Notu Raporu'nda şöyle denildi:

"Düşen enerji fiyatlarının mali denge üzerindeki etkisi düşük düzeyde. Enerji fiyatları Haziran 2014’ten bu yana keskin bir şekilde düşmüştür ve vadeli işlem fiyatları, büyük petrol üreticileri tarafından bir politika değişikliğine gidilmediği veya yeni küresel şokların yaşanmadığı takdirde 2015 yılının büyük bir bölümünde enerji fiyatlarının zayıf kalacağını göstermektedir.

Haziran ortasında varil başına 108$ ile yıl içindeki en yüksek seviyesine ulaşan ham petrol fiyatları, arzdaki büyük artışlar ve zayıflayan küresel petrol talebi sebebiyle yüzde 40’dan fazla bir düşüş yaşamıştır. ABD’de kaya petrolü üretimindeki artış piyasadaki arz fazlasına önemli ölçüde katkıda bulunurken, OPEC ülkeleri arasındaki pazar paylarını korumaya yönelik rekabet kartelin üretimi kısma olanağını engellemiştir. Emtia fiyatlarındaki düşüşün bir kısmı ABD dolarındaki güçlenmeyi de yansıtmaktadır.

ABD’deki daha canlı ekonomik performansın ve FED tarafından sürdürülen para politikası normalleştirme sürecinin bir yansıması olarak, ABD doları Temmuz ayından bu yana önemli para birimlerinin tümü karşısında değer kazanmıştır. Petrol piyasasındaki gelişmeler doğrultusunda, Avrupa doğal gaz fiyatlarının da gecikmeli olarak gevşemesi beklenmektedir. Tarihsel olarak, Avrupa’daki doğal gaz fiyatları ile ortalama ham petrol fiyatı arasındaki korelasyon 1990-2013 döneminde 0,98 olmuştur. (Foreks)

Enerji fiyatları enerjide ithalata önemli düzeyde bağımlı bir ülke olan Türkiye’deki makroekonomik gelişmeler üzerinde önemli sonuçlar doğurmaktadır. Petrol fiyatlarındaki değişiklikler Türkiye ekonomisini temel olarak dört kanal üzerinden etkilemektedir: büyüme, ödemeler dengesi, enflasyon ve bütçe. Bu notta enerji fiyatlarında son zamanlarda yaşanan düşüşün makroekonomik etkileri tartışılmakta ve mümkün olduğu ölçüde nicelleştirilmektedir.

 

 

Yurt içindeki nihai tüketici enerji fiyatları kısmen döviz kuruna bağlıdır. Petrol fiyatlarının enflasyon ve nominal vergi gelirleri üzerindeki etkisi aynı zamanda enerji ürünlerinin yerel para birimindeki fiyatına da bağlıdır. Liranın performansı Türkiye’deki enflasyonu düşürücü baskıları güçlendirebilmekte veya zayıflatabilmektedir.

Liranın ABD$ karşısında değer kazanması halinde, ilk şok dolar fiyatındaki değişimin gösterdiğine göre daha büyük olacaktır değer kaybetmesi halinde ise daha küçük olacaktır.

Enerji ithalatı Türkiye’nin dış dengesizliklerine önemli ölçüde katkıda bulunmaktadır. Ocak 2012’den bu yana 12 aylık birikimli enerji açığı GSYH’nin yüzde 6 ile 6,8’i arasında seyretmektedir (Şekil 2). Ortalama yıllık enerji ithalatı, mal ithalatının yaklaşık yüzde 23’ünü oluştururken, yıllık dış enerji açığı toplam ticaret açığının yüzde 58’ini oluşturmaktadır.

Enerji fiyatlarının düşmesi Türkiye’nin yüksek düzeydeki cari açığını, dolayısıyla da finansman ihtiyaçlarını azaltmasına yardımcı olacaktır. Enerji fiyatlarının dış dengeler üzerindeki etkisinin tahmin edilmesinde takip edilen iki yaklaşım mevcuttur – bunların her ikisi de cari dengenin bağımlı değişken olduğu bir basit regresyon kullanmaktadır.

Bunlardan ilki nispi fiyatları kullanarak etkiyi tahmin ederken, ikincisi dolar bazında enerji fiyatlarını kullanarak regresyonda reel döviz kuru değişikliklerini ayrı olarak kontrol etmektedir. İkinci yaklaşım dolar bazlı enerji fiyatlarının cari denge üzerindeki doğrudan etkisinin (diğer koşullar eşit tutularak) ölçülmesine olanak tanıdığından dolayı daha fazla tercih edilmektedir.

 Regresyon sonucu enerji fiyatlarındaki yüzde 10’luk bir düşüşün, cari dengenin GSYH’ya olan oranında yüzde 0,39 puanlık bir iyileşme sağladığını göstermektedir. Enerji fiyatlar katsayısı enerji fiyatlarının cari denge üzerindeki doğrudan etkilerini yakalarken, büyüme, döviz kuru ve enflasyon yoluyla gerçekleşen dolaylı etkiler enerji dışı bileşenler tarafından absorbe edilmektedir. 2015 yılında ortalama petrol fiyatının varil başına 70$ olarak varsayıldığı varsayımsal bir petrol şoku senaryosunda, diğer koşulların aynı kalması halinde 2015 yılında cari dengenin GSYH’ya oranında 1,1 puanlık bir iyileşme sağlanacağı tahmin edilmektedir.

Nihai tüketici gaz fiyatları aynı zamanda BOTAŞ’ın fiyatları ayarlama yeteneğine de bağlıdır. Temmuz 2008’de elektrik ve doğal gaz için maliyete dayalı bir fiyatlandırma mekanizması uygulama konulmuştur. Bu mekanizma elektrik fiyatlarının Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından üç aylık dönemler bazında ayarlanmasını ve doğal gaz fiyatlarının BOTAŞ tarafından üç aylık dönemler bazında (gerek duyulursa aylık) ayarlanmasını öngörmektedir. EPDK ve BOTAŞ elektrik ve doğal gaz fiyat ayarlamaları ile ilgili resmi duyurular yapmaktadır.

 EPDK 2008 yılından bu yana elektrik fiyatlandırma mekanizmasını tutarlı bir şekilde uygulamıştır. Ancak, BOTAŞ geçmiş dönemde ithalat maliyetlerindeki artışı tam olarak nihai tüketici fiyatlarına yansıtmadığı için, önümüzdeki dönemde ithalat fiyatlarındaki düşüşü de tam olarak nihai tüketici fiyatlarına yansıtmayabilir.

Enerji fiyatlarındaki düşüş 2015 yılında enflasyon oranında düşüşe dönüşebilir. Tüketici sepetinde akaryakıt ve elektrik-gaz-su payı sırasıyla yüzde 5,1 ve yüzde 7,1’dir (Şekil 3). Yakıt fiyatları, petrolün yerel para birimindeki fiyatına sıkı bir şekilde bağlı iken, diğerinde ise doğal gazın yerel para birimindeki fiyatı belirleyicidir.

Değişim enflasyon üzerinde sınırlı etki yaratıyor

Rafineri çıkış fiyatı, pompada ödenen fiyatın yaklaşık olarak yüzde 30’unu oluştururken, vergiler kalan yüzde 70’ini oluşturmaktadır. Dolayısıyla, petrol fiyatlarındaki bir değişimin enflasyon üzerindeki etkisi sınırlı düzeydedir ve vergi yapısından dolayı tüketici sepetindeki orijinal paylar ile orantısızdır. Yerel para birimindeki petrol fiyatlarında yüzde 10’luk bir düşüşün anlık etkisi manşet enflasyondaki 0.3 puanlık bir azalmadır. Elektrik-gaz-su fiyatlarının enerji fiyatlarındaki düşüşe göre ayarlanması halinde bu etki daha yüksek olacaktır.

Enerji fiyatlarındaki düşüşüm mali gelirler üzerindeki etkisi sınırlıdır. Enerji fiyatları merkezi yönetim bütçesini iki kanal yoluyla etkilemektedir: özel tüketim vergisi ve enerji ithalatından alınan katma değer vergisi. Enerji ürünlerinden alınan özel tüketim vergisi 2013 yılında yaklaşık 45,2 milyar TL gelir getirmiştir (GSYH’nin yüzde 2,9’u). Bu vergi fiziksel birim başına alınmaktadır ve ürünün değerine bağlı değildir. Petrol ve doğal gaz ithalatından alınan KDV yaklaşık 19 milyar TL (GSYH’nin yüzde 1,2’si) olarak gerçekleşmiştir. Tahminlerimize göre, 2015 yılında ortalama petrol fiyatının varil başına 70$ olarak gerçekleşmesi halinde, diğer koşullar aynı kalırsa mali gelirlerde 3,5 milyar TL’nin altında bir düşüş yaşanacaktır (GSYH’nin yüzde 0,2’si)

Emtia fiyatlarındaki düşüş Türkiye’nin ekonomik büyümesini desteklerken, küresel talepteki durgunluk doğal olarak ülkenin büyüme beklentilerini baskılayacaktır. Büyüme üzerindeki etki basit bir ekonometrik model yoluyla tahmin edilmiştir  bu modelde büyüme oranındaki değişim, petrol fiyatlarındaki değişime, dünya büyüme oranındaki değişime ve bir dizi kontrol değişkenine dayalı olarak regresyona tabi tutulmaktadır.

Cari açığı 1.1 puan azaltacak

Tahminlerimize göre, petrol fiyatlarındaki yüzde 10’luk bir düşüş büyüme oranını yüzde 0,37 puan yukarı çekerken, küresel büyüme oranındaki yüzde 0,5 puanlık bir düşüş Türkiye’nin büyüme oranında yüzde 0,4 puanlık bir düşüşe yol açmaktadır. 2015 yılında ortalama petrol fiyatının varil başına 70$ olarak gerçekleştiği ve küresel büyüme oranında yüzde 0,5 puanlık bir düşüşün varsayıldığı bir senaryoda, diğer koşullar aynı kaldığında Türkiye’nin büyüme oranı üzerindeki net etkisinin yüzde 0,6 puanlık bir artış olacağı tahmin edilmektedir.

Makroekonomik görünüm ve projeksiyonlar Türkiye Düzenli Ekonomik Notunun Aralık sayısında ayrıntılı olarak tartışılmaktadır.

Özet olarak, petrol fiyatlarındaki düşüşün Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri önemli boyuttadır. 2015 yılında ortalama petrol fiyatının varil başına 70$ olarak gerçekleşmesi, cari açığı 1,1 puan azaltacak, tüketici fiyatları enflasyonunu 0,9 puan düşürecek ve büyümeyi 0,6 puan arttıracaktır. Mali denge üzerindeki etkisi ise GSYH’nın yüzde 0,2’si seviyesinin altında kalarak sınırlı olacaktır."

22 Aralık 2014 Pazartesi


 “Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bakanlar, işadamları ve ailesinin karıştığı yolsuzlukları unutturmak için medya ve toplumsal kesimlerle,

 Gezi Parkı olaylarının ardından yargıda onlarca değişikliğe gidildi.

 80 bin polis ile 2517 yargıç ve savcı sürüldü. 845 gazeteci ise işini kaybetti.

Polisin yetkileri arttırıldı. MİT yasası, İnternet Yasası ile yetkiler artırıldı.

Yolsuzluk soruşturmaları ise rafa kaldırıldı.  

AKP eleştirilerden korunmak için bütün hukuk sistemini sarstı ve kuvvetler ayrılığına son verildi.

Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan 1150 odalı sarayında eski bakanlardan oluşan bir gölge hükümet kurdu. Esasında ülkeyi kendisi yönetiyor”

DEUTSCHE WELLE: “ALMANYA’DA ÇİFTE VATANDAŞLIK YÜRÜLÜĞE GİRİYOR”

Alman yayın kuruluşu Deutsche Welle’nin haberine göre, Almanya’da yaşayan yabancı kökenlilerin çocukları için çifte vatandaşlığı kolaylaştıran düzenleme 20 Aralık’ta yürürlüğe giriyor. Vatandaşlık yasasında yapılan değişiklikle yabancı kökenli anne-babaların Almanya’da doğup büyümüş çocukları, opsiyon modelinden muaf tutuluyor.

Özellikle Türk ailelerin çocuklarını ilgilendiren yeni düzenleme ile çocuklar 23 yaşına kadar iki vatandaşlık arasında seçim yapmak zorunda kalmayacak. Yasada yapılan değişiklik uyarınca Almanya’da 21 yaşına kadar sekiz yıl Almanya’da ikamet etmiş, altı yıl okula devam etmiş ya da Almanya’da bir okul diploması almış kişiler de çifte vatandaş olabilecek.

BILD: “TÜRK SINIR GÖREVLİLERİ IŞİD SEMPATİZANI”

Alman Bild gazetesi, ‘IŞİD genç kızları böyle kandırıyor’ başlıklı haberinde, “Başta İngiltere olmak üzere kandırılan genç kızlar Almanya ve Türkiye üzerinden Suriye ve Irak’a ulaşıyorlar. Türk sınırları nispeten geçirgen olarak kabul ediliyor. Sınır muhafızları rüşvete eğilimli, hatta bazıları da terör örgütü militanlarına sempati ile yaklaşıyor”

Hürriyet Planet’e göre, IŞİD’in petrol satışı ve fidye paraları ile genç kızların gözünü boyadığını aktaran gazete, yayınladığı grafiklerle IŞİD petrolünün Türkiye’ye satıldığı iddialarını yeniden gündeme taşıdı.

Buradan kazanılan paralarla Avrupa’da Facebook, Twitter gibi sosyal medya ve internet üzerinden ulaşılan ve aralarında15 yaşlarındaki çocukların da bulunduğu genç kızların kandırıldığını aktaran gazete, bölgeye giden çocuk yaştaki kızların IŞİD militanlarıyla evlendirildiğini aktardı.

Gazete, bölgeye bu yolla kandırılarak giden kızlara örnek olarak Viyana’dan giden Sabina Selimovic (16) ve Samra Kesinovic (17), Bristol’den Jusra Hussein (15) ve Stockwell’den Samia Dirie’yi (17) örnek gösterdi.

WASHINGTON POST: “TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ TEHDİT ALDINDA”

‘Abesle İştigal’ haberinde,   “Türkiye’de demokrasi tehlikede. Türkiye’de medyaya yönelik operasyonlar demokrasiyi tehdit etti. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan arabayı uçurumdan aşağı yuvarlamadan önce geri vitese almalı”

Gazetecilerin düzmece iddialarla gözaltına alındığını belirten ABD’li gazete, “Otokratlar muhaliflerini ezerken genellikle, inandırıcılıktan ne kadar uzak olursa olsun bahaneler uydurma ihtiyacı hissederler. Türkiye’de de haber kuruluşlarını hedef alan son saldırıda gazeteciler hakkında çıkarılan gözaltı kararları ‘iktidara el koymak için komplo düzenlemek gibi hain emeller güttükleri’ ya da ‘teröristleri desteklemek amacıyla silahlı örgüt kurduklarından kuşku duyulduğu’ ifadelerini içeriyordu. Bunlar Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisini eleştirenlere ve rakiplerine yönelik bastırma harekâtından dikkatleri dağıtmayı amaçlayan düzmece iddialar. Tehlikede olan ise demokrasi” dedi.

Aralarında gazeteciler, yapımcılar, senaristler ve polislerin de bulunduğu 20’den fazla kişinin gözaltına alınmasıyla ilgili,  “Bir zamanlar Erdoğan’ın müttefiki olan Fethullah Gülen şimdi bizzat cumhurbaşkanı tarafından kendisini devirmeyi amaçlayan bir düşman olarak tanımlandı.

Rekabet demokrasiyi zayıflatmaz, güçlendirir. Ses çıkaran medya, karanlık bir komplo hazırlığı ya da saray darbesi girişimi içinde değildir. Bunlar, daha ziyade sağlıklı işleyen bir siyasi sistemin gayet hayati bir parçalarıdır. Sayın Erdoğan, haber medyasını boğmakla Türkiye’nin hedeflemesi gereken her şeyi yerle bir etme riskini almış oluyor.

16 Aralık 2014 Salı


TÜRKİYE

Protestolara katıldığı için hakkında kovuşturma başlatılan ya da hapse atılan kişilerin tahmini sayısı:

Türkiye: 5 bin 500

Öldürülen protestocu sayısı:

Türkiye: 63

Yaralanan protestocu sayısı (tahmini):

Türkiye: 8 bin – 10 bin

Sivil toplum kuruluşlarını hedef alan yasalar çıkarıldı.

Protesto gösterilerini kısıtlayan yasalar çıkarıldı.

Freedom House kuruluşunun basın özgürlüğü sıralaması:

Türkiye: Özgür değil

Economist dergisinin demokrasi endeksi sıralaması:

Türkiye: 93

Dünya Bankası’nın hukukun üstünlüğü endeksi (2013):

Türkiye: 55.92

Dünya Bankası yönetişim notu:

Türkiye: 0.08

“TÜRKİYE’DE BÜYÜME HIZ KESTİ”

Türkiye ekonomisi, son iki yılın en düşük büyümesini yaşadı. Tarım sektöründeki daralma, büyümenin gerilemesinde etkili oldu.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan verilere göre, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYH) yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 1,7 oranında büyüdü. Büyüme oranı böylece beklentilerin altında kaldı.

Ekonomi  bu yılın birinci çeyreğinde yüzde 4,8, ikinci çeyrekte ise yüzde 2,2 büyümüştü. İlk 9 aydaki ortalama büyüme 2,8 olarak gerçekleşti. Üçüncü çeyrekteki gerileme, 2014’teki ortalama büyüme oranının da yüzde 3,2’de kalmasına neden oldu. Ekonomi 2013’te yüzde 4 oranında büyümüştü.

SURİYE’Lİ MÜLTECİLERİN TÜRKİYE’YE MALİYETİ

 Mültecilerin durumu Ankara için de yük olabilir. Kalıcı olma hissi, yalnızca Türkiye’deki 1.6 milyon mültecinin kaygısı değil. Mültecilerin ekonomik ve toplumsal maliyeti Ankara’yı da telaşlandırıyor. Fonlar tükeniyor. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a karşı ayaklanmanın başlamasından ve iç savaşa evirilmesinden bu yana, Türkiye’nin insani yardım harcamaları da beş katına çıktı. Ankara’nın Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na verdiği istatistiklere göre Türkiye’nin insani yardım fonlarının yüzde 90’ından fazlası Suriye’ye ayrılmış. Kamp dışındaki Suriyeliler ise suça bulaşıyor. Türkiye, 820 milyar dolarlık ekonomisi her yıl mültecilere harcanan 1.5 milyar dolarlık yükün altındayken bile, hala tam kapasite dolan kamplardaki 220 bin mültecinin ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Ankara’yı asıl endişelendiren, kamp dışında yaşayan yaklaşık 1.4 milyon mültecinin giderek artan hoşnutsuzluğu”.

Mülteci krizinin Türkiye’ye maliyeti 4.5 milyar doları geçti.

11 Aralık 2014 Perşembe


KASIM AYINDA 5 BİNDEN FAZLA KİŞİ ÖLDÜRDÜ

Orta Doğu ve Afrika’daki etkin örgütlerin sadece Kasım ayında 5 binden fazla kişiyi öldürüldü.

Kasım ayı boyunca düzenlenen saldırılarda öldürülenlerin 2 binden fazlası sivil. Geçtiğimiz ay en fazla saldırıyı, hem Irak’ta hem de Suriye’de öldüren  IŞİD  örgütü düzenledi.

Kasım ayındaki saldırılar dört ülkede yoğunlaştı.

Irak, Suriye, Nijerya ve Afganistan’da  saldırıları sonucu ölenlerin sayısı toplam sayının yüzde 80’ini oluşturdu.

Geçen ay toplam 5 bin 42 kişi düzenlenen saldırılarda ölürken, en tehlikeli ülke 233 saldırıda 1770 kişinin öldüğü Irak oldu.

Düzenlenen saldırılar arasında silahlı baskınlar da vardı, intihar saldırıları da...

Nijerya’da Boko Haram örgütü sadece 27 saldırı düzenlemiş olsa da Kasım ayı toplamında 786 kişiyi öldürdü. Örgütün hedef ayırt etmeksizin gerçekleştirdiği bombalı saldırıların her birinde can kaybı sayıları yüksek oldu.

Boko Haram’ın sadece Kano kentinin merkezindeki camiye düzenlediği saldırıda 120 kişi hayatını kaybetti.

Kamerun sınırında da saldırılar düzenleyen örgüt burada da 15 kişiyi öldürdü.

Yine Kasım ayı içinde Kenya ve Somali’de ise Eş-Şebab örgütü 266 kişiyi öldürdü.

Afganistan’daki ı saldırılarda ölenlerin sayısı Nijerya’daki orana yaklaşsa da, buradaki saldırılar daha küçük çaplı oldu ve önceden belirlenmiş kişiler hedeflendi.

Kasım ayı içerisinde suikaste uğrayan Kandahar Vali Yardımcısı, benzer saldırılardan bir tanesiydi.

İç savaşın devam ettiği Suriye’de ise 693 kişi  gruplar tarafından öldürülürken, Yemen’de düzenlenen 37 saldırıda 410 kişi hayatını kaybetti.

Kasım ayındaki ağır bilançoyu yaratan 16 örgüt içerisinde en çok kişiyi öldüren ise IŞİD oldu.

Örgüt Irak ve Suriye’de 2 bin 206 kişinin canını aldı. Bu sayı Kasım ayı toplamının yüzde 44’üne denk geliyor.

IŞİD konusunda El Kaide’nin yerini almasa da ona rakip hale geldi. Bu örgütler kontrol ettikleri topraklarda hâkimiyetlerini güçlendirmeye çalışıyor

Kasım ayındaki saldırıların ölümüne yol açtığı kişilerin büyük bir kısmı siviller oldu.

Çeşitli örgütler  geçtiğimiz ay 2079 sivili ve 1723 askeri öldürdü. Ancak kayıplar arasındaki dağılımlar ülkelere göre çok büyük farklılıklar gösterdi. Nijerya’da neredeyse 700 sivil Boko Haram saldırılarında ölürken bunların 57’si çocuktu. Öldürülen asker sayısı ise sadece 28’di. Suriye ve Afganistan’da ise ölen askerlerin sayısı Nijerya’dakinin iki katından daha fazla.

Kasım ayında öldürülen 146 polisin 95’i ise Afganistan’da hayatını kaybetti. Siyasiler ve diğer yetkililer de Afganistan ve Somali’deki saldırıların hedefindeydi. Bu ülkelerde ölen yetkililerin sayısı 22’ye ulaştı. Kasım ayında en çok can alan ise bombalı saldırılar oldu. İntihar saldırılarında ve ev yapımı bombalar ile düzenlenen saldırılarda 1653 kişi öldü.

Güçlü patlayıcılarla yapılan bazı bombalar kitlesel ölümlere yol açarken, diğer bombalı saldırılarda bireyler hedef alındı.

Silahlı saldırılardaysa en az 1574 kişi öldürüldü. 666 kişi ise  gruplar tarafından kurulan pusularda hayatını kaybetti.

Kasım ayı içerisinde grupların ‘idam ettiği’ kişilerin sayısı ise 426 oldu. Bu sayıya Suriye, Yemen ve Libya’da başları kesilerek öldürülenler de dahil.

Örgütlerin idam ettiği kişiler arasında IŞİD tarafından başı kesilerek öldürülen ABD vatandaşı Abdurrahman Kassig de vardı.

Cihatçı gruplar 204 kişiyi havan toplarıyla öldürürken, bıçaklı saldırılarda da 49 kişi hayatını kaybetti.

6 Aralık 2014 Cumartesi

 
 
 


 

Kürtlerden Oy Alır Mı?

 

CHP'nin Diyarbakır'dan çıkardığı son vekil olan Mesut Değer'e göre, CHP bölgeden oy alabilmek için 'Çözümün içinde olmalı, dine karşı algısını yıkmalı ve bölgedeki gençlerin eğitim ve iş sorunlarına yönelmeli.'

CHP Diyarbakır'dan en son 2002 genel seçimlerinde iki milletvekili çıkardı. O isimlerden biri de Mesut Değer'di.  Hem Baykal döneminde hem de Kılıçdaroğlu'nun genel başkan seçildiği ilk dönemde CHP yönetiminde görev alan Mesut Değer'e göre CHP çözüm sürecinde aktif rol almalı. CHP çözüm sürecine ve dine karşı algısının yıkılaması gerektiğini vurgulayan Değer "2015 seçimlerinde HDP dahil tüm sol partilerle güçbirliği yapılmalı" dedi.

 

 CHP neden Kürt seçmenden oy alamıyor?

 

 Şimdi 2010 yılına geldiğimiz süreç içinde Baykal döneminde Kürt sorunuyla ilgili neden oy alamıyoruz ithamlarıyla karşı karşıyaydık. Sayın Kılıçdaroğlu  genel başkanlığında doğu ve güneydoğu'dan oy almak için çaba sarf etti. Kürtlerden oy almak için daha önceki yönetimde bu tür çalışmaları ben götürüyordum. Benim dışımda yeni bir isimle bir sürece girildi. Bu süreçten bir şey çıkmadı .( Baykal dönemini kast ederek) Daha önce yüzde 2-8 arasında oy alınırken yüzde 2 ile sıfır arasına geçildi. Genel Başkanın gezmediği il kalmadı, çabası var ama bana göre bilgilendirme açısından yanlış strateji izleniyor. Kürt sorunun çözümünde insanlar CHP'den bu soruna katki sunmasını, çözmesini bekliyor. Herkes CHP'nin önemli aktif rol almasını istiyor.

 

 CHP'den beklenen o katkı nedir? Ne yapmalı size göre?

 

 Ona geliyorum, CHP Kürt sorununun çözümünde biraz mesafeli, uzak, Durağan duruyordu. Geçmiş dönemde Baykal döneminde Kürt sorununa çözüm konuşulurken bugünkü şartlar yoktu. Beş yıl önceki şartlarla bugünkü şartlar aynı değil. Mesela ben 5 yıl önce sorunun çözümü için Öcalan ile görüşülmesi gerektiğini söylediğime kıyamet koptu.2008'de söyledim, o zaman kıyamet koptu. Bugün gelinen noktada İmralı ile Kandil ile görüşmeler yapılıyor. Bu önemli bir aşama, bunu destekliyorum, bu ayrı. CHP sorunun çözümünü daha iyi biliyor, onlarca rapor yazdık ama CHP geri duruyor.

 

 Peki  CHP ne yapmalı? Nasıl bir irade ortaya koymalı? Eksik bulduğunuz nedir?

 

 Kürt sorununun çözümüyle ilgili en tecrübeli, bilgili, donelere sahip parti CHP'dir. Bir CHP'nin çözümün içinde olması gerekir, halkın bakışı bu. İki sanki CHP dine karşıymış gibi bir algı yaratılıyor. Bu AKP ve başkaları tarafından kullanılıyor. Dine karşı olmamız söz konusu olamaz. Bu iki hususu net bir şekilde anlatmamız lazım. Üç bölgedeki en önemli sorunlardan biri de  işsizlik ve eğitimsizliktir, Bölgede yıllarca çatışma ortamı oldu, yetişen gençlik bu sorunun içinde yaşadı. Diyarbakır'da 200 binin üzerinde genç bir nüfus var. Bunların işi yok, geliri, Kazancı yok. Bu gençlik ne yapabilir kendini ispatlamaya çalışır. Terör örgütüne katılabilir, 'Kurtlar Vadisi' gibi kendine göre bir örgüt kurabilir, uyuşturucu işine girebilir vs. Bu gençliği kazanmak gerekir. Eğitim ve iş konusunda olanaklar sağlanmalı. Bu gençlik 6-7 Ekim olaylarında hiç kimseyi dinlemedi.

 

 CHP süreçte neden geri duruyor?

  Sayın Genel Başkan'ın kafasında bazı çekinceler, kaygılar olabilir çözüm sürecine ilişkin, gerçekten çözüm süreci var mı yok mu diye düşünebilir. Bu kaygı ve çekincelerin hükümet tarafından giderilmesi gerekir. Ama yönetimdeki arkadaşların Kürt sorununun çözümüne katkı sunabileceklerini sanmıyorum. Halk nezdinden bakınca herkes sorunun çözümünü istiyor, Kürt sorunun çözümü önemlidir, CHP bunun başında olmalıdır.
CHP yönetimi sürece karşı olmadığını ancak sürecin şeffaf bir şekilde ve meşru zeminde yürütülmesi gerektiğini söylüyor. Bu süreçte nasıl aktif bir rol üstlenmeli?
 Biz önce katkı sunacak mıyız, bu konuda bir irade koymalıyız. AKP ve HDP'nin arkasına takılıp gidelim demiyorum. Güneydoğu'da Kürtler CHP katkı sunsun diyor. Gelinen 2 yıllık süreçte AKP Kürtlerde bir güvensizlik yaratmıştır.  Bu Kobani'de IŞİD olayında ortaya çıktı.
 İktidara karşı bir güvensizlik var diyorsunuz ama süreç devam ediyor .
Süreç devam etmeli, süreç hükümeti de aştı, bu süreç devletin projesidir.  Bir MİT müsteşar yardımcısının geçmiş yıllardaki açıklamasına baktığınızda bu projenin ortaya konulduğunu görüyoruz. Demek ki devletin almış olduğu bir karar var bu karar doğrudur. Öncelikle Kürt sorununu çözmeliyiz ki 77 milyonun birlikteliğini sağlayarak Ab'ye açılalım.

 1980 sonrasında CHP mirasına sahip çıkan SHP kürtlerden oy alıyordu ama CHP bunu başaramadı. "CHP ile Kürt seçmenin arası Baykal döneminde açıldı, bu dönemde 'CHP laik, kentli ve ulusalcı' bir kimliğe büründü" yorumlarına katılır mısınız? ya da Baykal yönetiminde yer almış bir isim olarak bu eleştirilere ne yanıt verirsiniz?
 Hayır katılmıyorum.. Deniz Bey Kürtlerin anadillerini konuşabilmesi için ilk kanun teklifini veren insandır. CHP 1990'lı yıllarda Kürtlerle daha iç içeydi.  Kürtler belki Baykal'ı sevmeyebilirlerdi ama güveniyorlardı sözüne itimat ediyorlardı, şimdi ise…
Geçmişte SHP –HEP ittifakı gibi bugünün koşullarında CHP HDP ittifakı mümkün mü?
SHP HEP ittifakında rol alanlardan biri de bendim.  Fehmi Işıklar, Ahmet Türk ile birlikte o süreci götürüyorduk.  Şimdi 2015'te yeni bir anayasa gündeme gelecek, başkanlık sistemi tartışılan konulardan biri. O zaman HDP dahil sol partiler CHP çatısı altında olmalı. HDP dahil sol partiler CHP çatısı altında güç birliği yapmalıdır. AKP'ye karşı sosyal demokrasinin bir güç birliği olmalıdır.

 

 Kaynak: Al Jazeera

5 Aralık 2014 Cuma


FRANSIZ, LE MONDE GAZETESİ;

 “Türkiye, korkulduğu gibi, ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı”

 “Türkiye daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor. Cumhuriyet boyunca süren kültürel bölünme. Bu artık iyice keskinleşti.

Şimdi   bir yanda, ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları tam bir baskı altında yasayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten hoşlanan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç kari koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış,  dini inançları kuvvetli, kalabalık, bir kitle var.

Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış. Simdi bu grup siyasal olarak örgütlendi. Kalabalıklar. Ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık.

Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık, Anadolu’da üretim yapıyor, malını dış dünyaya satıyor. Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor.

Birinci  grubun destekçileri. Yargı, ordu, bürokrasinin önemli bir kısmı,

Diğer yanda ise   kız lisesi-Kolej yelpazesinde eğitim görmüş, en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz yuman, kadınları modern görünümlü, şarabın kalitesinden pek anlamasa da, kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da, Bati standartlarına yakın bir grup var. Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk”

İkinci grup ise azınlıkta. Ve artık bir daha secim kazanma ihtimalleri yok. Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor. Daha Batılı olan ikinci grup, Batı’nın siyasi değerlerini kabul ederse, bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için, git gide Batı’ya ve Batı’nın demokratik değerlerine düşman oluyor”

İkinci grup ise parasal olarak da kuvvetli değil artık. Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek ekonomik kazançlarını kaybediyor. Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye’nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim, devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat,

İkinci grubun arkasında. Ve bu İkinci grup, siyasetle demokrasiyle, iktidarı elinde tutmasının mümkün olmadığını kavradığından, şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözümün peşinde”
Birinci ve İkinci grupların;

Hayatları, zevkleri, inanışları birbirinden çok farklı.

Hatta birbirine düşmanca.

“Bu kültürel parçalanmada ordu önemli bir role sahip.

Eğer, birinci grubu desteklerse ve Batı’nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını kaybedecek. Aslında birinci grubun çocuklarından oluşan ordu, kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi köklerine ihanet ediyor. Bu iki grup, siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.

“Ordu destekli ikinci grup artık seçim de istemiyor. Ve darbe söylentileri gittikçe artıyor. Cuntalardan söz ediliyor”

‘Peki, darbe olursa ne olur?’

“Yaşam tarzı Batı’ya daha yakın olan ikinci grup, orduyla birlikte iktidara gelir ve Batı’nın desteğini kaybeder. Avrupa buna kesinlikle karşı çıkar. Amerika her zamanki pragmatizmiyle, Kuzey Irak ve Ortadoğu politikalarını desteklemesi karşılığında darbeyi kabullenebilir aslında. Ama Amerika’nın önünde de ciddi bir engel var. ‘Demokrasi getireceğim’ diye Irak’ı işgal eden bir ülke, dünyaya ve kendi kamuoyuna Türkiye’deki darbeyi niye desteklediğini açıklayamaz. Ve Irak faciasından sonra ikinci bir zorlamayı gerçekleştirecek gücü yok. İstese de istemese de darbeye karşı çıkacak. Silahını ve parasını Batı’dan alan bir ordu ve ülke, Batı’dan koptuğunda ne yapacak?

Türkiye’de darbe olursa!

Dünya, tarihte bugüne kadar hiç gerçekleşmemiş yeni bir oluşumla karşılaşacak.

Türkiye, olası bir darbeden sonra, Rusya ve Iranla ortaklık kurmak isteyecek. Silahı, enerjiyi ve parayı bu iki ülkeden alacak. Rusya’yla İran’ın  elindeki doğal gaz, petrol ve nükleer güç, Türkiye’yi ayakta tutmaya yeter. Ama Rusya- Türkiye- İran bloku. Dünyanın bütün dengelerini değiştirir. Ortadoğu’nun kontrolünü tümüyle ele geçirir. Avrupa’yı küçük kıtasına hapseder. Kafkasları, Afganistan’ı, Pakistan’ı kendi gücüne katar. Müslüman dünyayla yakın bir ilişki kurar. Petrol kaynaklarına egemen olur. Çin’le işbirliği yapabilir. Bu gelişme, Avrupa, Amerika ve biraz da Japonya’dan oluşan Batı’nın, dünyadaki etkinliğini inanılmaz bir biçimde azaltır. Yeni blok asker, enerji ve para acısından çok güçlenir. Böylece, Türkiye’deki çatlama dünyada büyük bir çatlamaya yol açar. Eğer Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa, sanırım, bu çatlamadan çıkar. ‘Asla böyle bir şey olmaz’ diyebilirsiniz. Niye olmayacağına dair elinizde çok kuvvetli veriler varsa, söyleyin. Ama, ya olursa... ki.... bana çok mümkün geliyor” .

‘O zaman ne yapacaksınız?’

“Bugün Türkiye’de kamplaşan ve bölünen insanların da...Türkiye’yi Avrupa dışına itmeye çalışan, Eski bir imparatorluk olmanın bir yanıyla; çok görkemli, bir yanıyla; çok zayıf mirasına sahip olan bir ülkeye küstahça davranan, işbirliği yerine bas öğretmenlik yapmaya kalkan Avrupa’nın da...Türkiye politikasında kili oynayıp, kurnazlık ettiğini sanan Amerika’nın da...Bu senaryoyu bir düşünmesini isterim doğrusu. Türkiye’de yaklaştığı görülen kanlı bir çatışmanın, bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir ihtimal değil”

 

IŞİD’İN ENERJİ İÇECEĞİ ÇİKOLATALARI TÜRKİYE’DEN

Suriye’nin IŞİD’in kontrolündeki Rakka kentindeki bir esnafın “IŞİD bölgelerindeki ekonomiyi yabancı savaşçıları sürüklüyor. Geri kalan her şey, sıfıra indi”

Rakka’da bir esnafın  Red Bull kutusu 1.50 dolara, bir tüp Pringles ise 5.50 dolara satıldı.

 Yerel halk IŞİD yabancı savaşçılarının ayda en az 215 dolar maaş aldıklarını söylüyor. Bunun yanında Suriye’nin doğusundaki dükkanlarda son model akıllı telefonların bulunuyor

IŞİD militanlarının cep telefonu takıntısı olduğunu,

TÜRKİYE’DE YOLSUZLUKLAR ARTTI

Uluslararası Şeffaflık Örgütü Yolsuzluk Algılama Endeksi

175 ülke arasında yapılan kıyaslamada Türkiye, geçen yıla göre en büyük düşüşü yaşadı. Geçen yılki listede 53’üncü sırada olan Türkiye, 64’üncülüğe geriledi.

Türkiye’nin yolsuzlukla mücadele puanı da geçen yıla kıyasla 5 puan azalarak 45 olarak belirlendi.

 

AİHM: “TÜRKİYE, CEMEVLERİNE AYRIMCILIK YAPIYOR”

Mahkemenin verdiği dört maddeli karar;

1. Oybirliğiyle başvurunun kabul edilebilir olduğuna,

2. Oybirliğiyle AİHS’nin 9’uncu maddesiyle bağlantılı olarak 14’üncü maddesinin ihlal edildiğine,

3. Bire karşı altı oyla AİHS’nin 9’uncu maddesi uyarınca yapılan şikâyetin ayrıca incelenmesine gerek olmadığına,

4. Oybirliğiyle AİHS’nin 41’inci maddesinin Yeni Bosna’daki merkezi kapsadığı için uygulanmasının mümkün olmadığına ve bu nedenle

    a) Bu hakkı saklı kalmak koşuluyla,

    b) AİHS’nin 44/2 maddesi uyarınca altı ay içinde ilgili hükümetin yazılı olarak başvuru sahibine konuyla ilgili anlaşma sunmasına

    c) Gerekli ihtiyaçların ileri bir tarihte belirlenmesi hakkının saklı tutulmasına karar verilmiştir.

27 Kasım 2014 Perşembe


Türkiye, ülkenin 2013 Dünya Ekonomik Forumu’nun Cinsiyet Eşitliği endeksinde 15 basamak düşerek 136 ülke arasında 120. sıraya geriledi.

Türkiye’de kadınlarının sadece yüzde 31’i evlerinin dışında çalışıyor ve bu oran OECD ortalamasının yarısı kadar oldu.

Feministler ise AKP‘yi, Türkiye’de aile şiddetindeki yükselişten de sorumlu tutuyor

TÜRKİYE’YE İKİ CİDDİ UYARI: “KIRILGANLIK ZİRVEDE”

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD),

Türkiye’ye dair gelecek yıl için yüzde 3.2 ve 2016 için yüzde 4 olarak ay başında açıkladığı büyüme tahminlerinde değişiklik yapmadı, bu yıl için büyüme tahminini ise yüzde 3 olarak açıkladı. Kuruluş, bu büyüme oranının Türkiye’deki işsizlik oranının artmasını engelleyecek düzeyde olmadığına işaret etti. Hükümetin Orta Vadeli Plan’ına göre büyümenin 2014 için yüzde 3.3 olması bekleniyor.

OECD üyesi ülkeler için hazırladığı ekonomik görünüm raporunda, Avrupa’da bölgesel krizin daha da kötüleşmesi, küresel mali piyasadaki gerilim ve Avrupa pazarındaki toparlanmanın sekteye uğramasının Türkiye’nin genişlemesini olumsuz etkileyeceği uyarısında bulunuldu. Sınır ötesi sorunların siyasi gerginliği artırmasının, güveni zedeleyeceğine dikkati çeken raporda, kısa dönem dış borçların yeniden finanse edilmesinin, uluslararası yatırımcılar açısından Türkiye’yi kırılgan bir hale soktuğu vurgulandı.

Raporda, mali denetim ve şeffaflığın uluslararası standartlarda geliştirilmesinin önemine vurgu yapıldı. Kalıcı rekabet gücü ve dengeli büyüme için özel sektörde verimliliğin artırılması gerektiğine de işaret edildi. Avrupa pazarlarında toparlanma görülmesi durumunda ihracatın ve dışarıdan sermaye akışının artacağı, bunun da büyümeyi olumlu etkileyeceği belirtildi. Rapora göre cari açığın gayri safi milli hasılaya oranı yüzde 5’in üzerinde seyretmeye devam edecek.

Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in Küresel Ülke Risk Grubu Başkanı Alastair Wilson ise ülkelerin 2014 kredi görünümlerinin toplamda durağan olmasına rağmen, paylaşılan bir dizi kırılganlığın farklı bölgelerde ve derecelerde devam ettiğini hatırlatarak “En öncelikli olanı ABD’nin olası faiz artışından dolayı güven şoklarının oluşması”

Moody’s küresel görünüm raporunda, ABD’nin para politikasının normalleşmesinin, Türkiye gibi borçlu ve güvene dayalı sermaye akışlarına bağımlı olan gelişen piyasalar için riskler oluşturabileceğine dikkat çekildi. Raporda, jeopolitik risklere de değinerek Rusya ve Ukrayna geriliminin ve Ortadoğu’daki krizin, komşu ülkelerde yatırımcı güvenine tehdit oluşturabileceği belirtildi.

25 Kasım 2014 Salı



MESUT DEĞER; ‘’ÇÖZÜM SÜRECİNİN DEĞERİ BİLİNMELİ’’

Sivil Haber Gazetesinin yazarı Reyhan Aydın CHP'li Mesut Değer ile çözüm sürecini değerlendirdi.

25 Kasım 2014 Salı 00:07

 
REYHAN AYDIN: Bize kendinizi tanıtır mısınız?

 MESUT DEĞER: Ben Mesut Değer 1959 Diyarbakır doğumluyum. İlk, orta ve lise eğitimimi Ankara’ da tamamladım.  Daha sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldum.

Uzun yıllar avukatlık yaptıktan sonra 1992 yılında CHP Diyarbakır İl Başkanı olarak atandım.1999’ dan 2011 yılına kadar CHP Genel Merkez Yöneticiliği, MYK Üyesi, Genel Sekreter Yardımcılığı, Genel Başkan Yardımcılığı ve 22. Dönemde Diyarbakır Milletvekilliği yaptım. Aynı dönemlerde TBMM’de İnsan Hakları Komisyon Başkan Vekilliği görevlerim de oldu. Siyasetimiz, mesleğimiz ve yaşam tarzımız, bir Diyarbakırlı duruşuyla süregeldi.

 REYHAN AYDIN: Siyasete girme sebebiniz nedir?

MESUT DEĞER: Babam’ da 1960’lı yıllarda Demokrat Parti Diyarbakır İl Başkanı iken 60 ihtilali olduğunda tutuklanmış, bir yıl ceza evinde kalmıştı. Daha sonra 60-80 yılları arasında önce Demokrat parti, Adalet Partisi, daha sonra CHP Milletvekili idi. Aileden gelen bir siyasi duruşun içinden geliyorum. 1992 yılında CHP kurulduğu dönemde, Diyarbakır CHP Kurucu İl Başkanı olarak, ben atandım.

 REYHAN: İlk olarak ülkemizin sıcak gündemini oluşturan  ‘’Çözüm sürecinin’’ değerlendirebilir misiniz?  Sürecin başlangıcı, gelişimi ve son durumu hakkında bizlere bir değerlendirme yapar mısınız?

 MESUT DEĞER: Çözüm süreci önemlidir. 2013 yılında çözüm süreciyle ilgili İmralı’nın başlattığı 21 Mart Nevruz’unda Diyarbakır da okunan mektuptan sonra, silahın bırakılmasıyla bu süreç başlatıldı. Bu süreç çok önemli bir süreçtir.  2013’ den başlayan, bu 1,5 yıl süresi içeresinde, Doğu, Güneydoğu Anadolu bölgesinde Kürt bölgesinde ve Kürdistan’da,  Çözüm Süreci hangi olumlu değişimlere oldu, ne oldu?  İnsanların yaşam tarzında,  ticari, ekonomik, turizm ve diğer her alanda olumlu değişiklikler olmuştur. Terör, cinayet olaylarının veya herhangi bir olumsuz olay olmadan, halkın normal yaşamlarına devam etmesi insanların umutla beklediği bir ortamdı. Türkiye’de geçmiş yıllarda biliyorsunuz, 1923‘lerden bu güne kadar kurulan hükümetlerde görev alan kişiler, başbakanlar bu sorunun çözümüne yönelik çeşitli söylemleri olmuştu. Özellikle de 1991 ‘ de Demirel, Kürt Realitesini tanıyacağız. Cem Boyner, siyasetle ilgili, kardeşlikle ilgili, dağların bombalanmasıyla, ilgili flaş isimdi ve açıklamalar yapmıştı.  Mesut Yılmaz’ın  “Avrupa Birliğine giden yol Diyarbakır’dan geçer”, Mehmet Ağar, dağdan ovaya inilmesinden bahsetmişti. ,Bu süreçlere bıktığımız zaman hiçbir adım atılmamıştır. Sorunun çözümüne yönelik ilişkin ilk defa, Ak Parti hükümeti “ Kürt sorununu ben çözeceğim” demiş ve Sayın Tayyip Erdoğan Kürt halkında umut uyandırmıştır. Halk tarafından bu çok önemli bulundu. Herkes de sorunu bitirme yönünde mutabık kalıp,  çözüme sıcak baktı. Ben de CHP’ li olarak bu sürece, CHP’nin düşüncesinin dışında destek verdim. Çünkü akan kan dursun istiyordum!

Çözüm süreci bu açıdan çok önemliydi. Gelinen süreçte çözüm sürecinin bu günkü aşamasında,  6-7 Ekim olaylarına kadar geçen süreç içersin de insanlarda olumlu bir kanaat oluşmaya başlamıştı. 6-7 Ekim olaylarından sonra bende oluşan kanaat neydi. Gerçekten çözüm süreci var mıdır? Var ise bu çözüm sürecini ortaya konulması ve irdelenmesi gerekir. Yol haritasının belirlenmesi lazım, doğru burada, budur. 

Tabi ki, yol haritasını çizerken veya çözüm sürecinin her aşamasının açıklamanın bir gereği yoktur. Bence,  çözüme giderken her şeyin kamuoyuna açıklanması da doğru değil. Ama bazı konuların, 77 milyona doğru anlatılması, izah edilmesi ve nedenlerinin bilinmesi lazım. Çünkü Türk halkı da acaba Türkiye bölünüyor mu, bir pazarlık mı var, varsa ne gibi pazarlıklar oluştu? Neler verilecek, biz neyi vereceğiz gibi kaygıyı, endişelenmelerini gündeme taşıyorlar. Kürt halkında ise çözüm var mı? Var ise bize ne verilecek, bu sorunun çözümüne giderken ortaya ne çıkacak? Herkes resmi bir tabloyu görmek istedi. Onun için gelinen çözüm sürecinde umutsuzluk insanlarda hâkim olmaya başladı. Hem Türklerde, hem Kürtlerde Türkiye’de yaşayan herkes için çözüm süreci önemlidir.
Çözüm süreci desteklenmelidir. Asıl önemli olan, çözüm sürecine giderken barış istemektir, ama barışa giderken yolu korumak daha da önemlidir.

Çözüm süreci gündeme geldiği zamanda, ilk söylediğim, “Barışa giden yolu korumak önemlidir.” Çünkü bugün gelinen süreçte içten içten sürecin bozulması yönünde bazı düşünceler hâkim olmaya, bazı güçler çözüm sürecini engellemeye yönelik davranışlar ortaya konulmaya başlamıştır. Bazı provokatörlerin bunu 6-7 Ekim olaylarında da yansımasında çok farklı bir şekilde oldu. En önemli kavramlardan biri, çözüm sürecine giderken, Sayın Cumhurbaşkanımızın, İŞİD’ın başında İslam vardır, PKK’nın başında İslam yoktur, deme kavramı da çok önemliydi. Çünkü IŞİD’i de bir nebze de olsa koruma şeklidir. İslamiyet’le Kürt kimliğinin çatışmasını gündeme getirme, 6-7 Ekim bölgedeki yaşanan olayların temelinde etken faktörlerden biri de budur. İslamiyet hepimiz için vardır. Bütün Türkiye’de veya dünyada yaşayan bütün Müslümanlar için İslamiyet vardır. İslamiyet’in, hiçbir kimlikle insanların mezheple veya renkle kavgası yoktur veya hiçbir kimliğin dinle de kavgası, İslamiyet diniyle de kavgası yoktur. 6-7 Ekime gidilirken her iki tarafta da çözüm sürecine yönelik sert açıklamalarda bulundu. Ama bana göre yapılan sert açıklamalar çözüm sürecinde tehlikeye veya çözüm süreci bittiği şekilde anlamak yanlıştır. Çözüm süreci elbette rayına oturmuştur. Elbette bu konuda yasal adımlar atıldı. Gerçek tende 6 maddelik bir kanun çıkarıldı. Bu çerçevede, önümüzdeki sürecin çok daha iyi ilerleyeceği görülüyor.

 REYHAN AYDIN: Kobani de yaşanan olayların Türkiye‘ye yansımasını değerlendirir misiniz?

 MESUT DEĞER: Kobani önemlidir. Bugün IŞİD, Suriye’den Irak’a başka ülkenin topraklarına yayılarak birçok bölgeyi eline almaya başladı. IŞİD, Musul’a giderken veya girdiği köyde ve ilçelerde içten destek aldığı için, içten iş birlikçileri olduğu için,  Musul gibi 2 milyonluk şehri 5 saatte tamamen ele geçirdi. Ama Kobani’ de bu yoktur. Kobani’de İŞİD’e destek veren her hangi bir halk olmadığı için gerçek direnişle karşı karşıya kaldı. Bu direnişin 61, 62. gününe gidildi. Kürtlerin bir direnişi vardı. Kobani, Suriye’de direnen bölgedeki sembol haline geldiği gibi isim olarak ta tarih listelerine giren bir köy oldu. Kobani de İŞID’ in bütün kuşatmasına rağmen, ele geçiremediğini göstermiştir. Yaşanan bu olaylar gösteriyor ki; Çözüm Sürecini yaşanırken, sadece Türkiye’de yaşayan Kürtler değil, sınır bölgelerimizde yaşayan ve Türkiye’de yaşayan Kürtlerle akrabalık bağları olan Kürtleri de düşünmek gerekmektedir. Yani bu anlamda sadece Türkiye’de ki Kürtleri ele almak doğru değildir

 Kobani Kürtler için önemlidir. Kürt olarak kalmalıdır, halkı orada kalmalıdır. Kürt halkı orada yaşamayı sürdürmelidir. Kobani, Kobani olarak kalmalıdır. Ben, Türk askerinin gidip, Kobani’de İŞID’i bertaraf etsin demiyorum, bunun bin yolu vardır, yeter ki hükümet kararlılığını göstersin, hükümet desteklesin. Ben Kobani’yi, IŞİD’e yedirtmem demesi bile IŞİD’in oradan geri çekilmesini sağlar, Asker girmeden, kurşun atmadan, bu iradeyi göstermemiz gerekir.

 REYHAN AYDIN: Dış basını takip eden birisi olarak, Çözüm Sürecine, Avrupa’nın ve ABD’nin bakış açılarını değerlendirir misiniz?

MESUT DEĞER: Çözüm sürecine düşüncesini ortaya koyarken bunu dünyada alkışlıyordu. Aynı şekilde Çözüm Sürecini hükümetin desteklenmesi önemlidir. Attığı adımlar doğrudur. Eleştirilerini de yapıyorlar.
Biz Türkiye’de yaşayan insanlar olarak gördüğümüz bu tablo karşısında eksikleri yanlışları gündeme getiriyoruz. Kobani,  olayını gündeme ben getirdim. Kobani olayları bu olaylar yaşanmadan yapılırken de, Ezidi’ler konusunu gündeme getirdiğimizde, Türkiye bu konuda olumlu adım atmadı. Dünya ülkeleri diyor ki;  Kobani için 40 ülke IŞİD’e karşı mücadele içinde koalisyon kuruldu mu, kuruldu. Bir uzlaşma mutabık kalınacak konular oldu mu? Oldu. Dünya liderleri bir araya geldiler mi? Geldiler. Bu konuda bir havuz oluşturuldu mu oluşturuldu. Bir masa oluşturuldu mu? Oluşturuldu. Bundan sonra ne yapılması gerekiyor? Adım atılması gerekiyor. Senin adım atman gerekiyor.  Sen, adım atmadığın zaman ABD’de IŞİD konusunda olduğu gibi, Suriye konusunda oluğu gibi Türkiye güvensizliği ve bu konuda çekimserliği veya eleştirileri bu gün gündeme getiriyor.

Türkiye’nin bu konuda önemli görevler alması, karargâh cephe olmaması gerekir çünkü Türkiye’de de artık IŞİD in varlığı gözükmeye başladı. Yuvaları gözükmeye başladı.

Oradaki kavganın aynısı Türkiye’de de yaşatılmak istendi. Suriye’de Şii-Sünni veya Alevi Kürt, Türk Türkmen, Dürziler Hıristiyanlar çatışmasından ziyade böyle bir çatışmaya girmeden, hepsinin bir arada birlikte yaşayabilmesi acısından, Türkiye’de Kürtler 81 ile dağılmış bin ilçede vardır, her yerde yaşıyorlar, oradaki Kürtler belirli bölgede yaşıyor. Burada ne yapmamız lazım. Çözüm Sürecinde bu liderlik konumunda Türkiye’nin yapması gereken husus; her şeyi bu çerçevede değerlendirerek yapması gerekir.

 Irak’ta biz Barzani ile bir ticari anlaşma imzaladık 50 yıllık petrol ve doğalgaz anlaşmaları. Bunlar çok önemli konulardı.  Türkiye’ye 30 milyar dolar yıllık gelir geliyordu. Şimdi 4 milyar dolar ile 8 milyar dolar arasında kaldığı söyleniyor. Türkiye’deki ekonomi olarak yansıması her insanın refah düzeyinin artmasını sağlar.

 REYHAN AYDIN: Sayın Vekilim “Kürt Sorunu” hakkında 2008 yılında yazmış olduğunuz bir kitap var. 2008 yılından bugüne gelindiğinde bu sorunla ilgili ne gibi değişlikler oldu?

 MESUT DEĞER: Evet, güzel bir soru. 2008 yılında Türkiye’de gelişen yaşam koşulları ve Kürt soruna ilişkin herhangi bir çalışma, rapor ve özellikle kitap yoktur. Doğu ve Güney Doğu’da herkes bu konuyu gündeme getiriyordu, herkes bir ucundan alıp, yine herkes aldığı o ucu değerlendirerek konuşuyordu. Ben, 1923 den 2008 yılına kadar Doğu ve Güney Doğu’da ki 24 ilin bütün Vergi, KDV, yatırılan iş istihdam gücünü; a’dan z’ye ansiklopedik şekilde hazırladım. Özellikle Kürt sorunu nedir, çözümü nedir, hangi şartlarda nasıl çözülebilir diye, kaleme aldım. Bir Diyarbakırlı olarak o günkü şartlarda basın; terör örgütü militanıymışız gibi, PKK’lıymışız gibi çeşitli uçlarda yazı yazdılar, çizdiler. Şahsıma büyük saldırılar oldu bu anlamda. Tabi bazı basın ve medyada da alkışlar oldu Çözüme yönelik çalışmalarımızdan dolayı. Bazı medya basında günlerce yazdı.2008 deki hükümet bu sorunun çözümüne yönelik çalışma ve konuşmaları gündemden uzak tutuyordu. Ama Kürt sorununa çözüm; 2013 yılında başlarken, tamamen benim kitabıma başlarken ilk 66 sayfasında yer alan adımlarla başladığını görüyorum. Bu çerçevede ilerlemesi de beni mutlu etti. 2014 yılına geldiğimizde de az öncede söylediğimiz gibi sadece Türkiye’de değil; bölgede yaşayan sınır bölgesinde yaşayan Kürtlerin birbirleriyle aile ve millet bağlarını da göz önünde bulundurarak, değerlendirmesi gerekmektedir.
Yazdığımız bu kitap, bu konuda aydınlatıcı bir kitaptır. Dünyanın birçok yerinden, Japonya’dan Çin’den bile kitap istenildi. Bu konuda yakın zamanda da aldığım üst düzey müdürlerin  söyledikleri şu; Çözüm Süreci başladığında çok faydalandıkları ve birçok konuyu keşfettikleri yönündeydi. Bu da beni çok mutlu etti.

Tabi önemli olan sorunun çözümünü birlikte yaşamaktır.

Türkiye’de herkesin birlikte yaşaması önemlidir. Ortadoğu gibi kan gölüne dönmektense, Türkiye’nin Avrupa Birliğine açılıp, dünyaya açılıp, birlikte kardeşçe güçlü ekonomisiyle, güçlü demokrasisiyle yürümemiz gerekiyor, hepimize düşen görev budur.

 REYHAN AYDIN: Sayın değer, bizlere zaman ayırıp samimi açıklamalarda bulunduğunuz için teşekkür ederim.

MESUT DEĞER: Asıl ben teşekkür eder, sizlere de başarılar dilerim.

 Röportaj: Reyhan AYDIN