27 Kasım 2014 Perşembe


Türkiye, ülkenin 2013 Dünya Ekonomik Forumu’nun Cinsiyet Eşitliği endeksinde 15 basamak düşerek 136 ülke arasında 120. sıraya geriledi.

Türkiye’de kadınlarının sadece yüzde 31’i evlerinin dışında çalışıyor ve bu oran OECD ortalamasının yarısı kadar oldu.

Feministler ise AKP‘yi, Türkiye’de aile şiddetindeki yükselişten de sorumlu tutuyor

TÜRKİYE’YE İKİ CİDDİ UYARI: “KIRILGANLIK ZİRVEDE”

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD),

Türkiye’ye dair gelecek yıl için yüzde 3.2 ve 2016 için yüzde 4 olarak ay başında açıkladığı büyüme tahminlerinde değişiklik yapmadı, bu yıl için büyüme tahminini ise yüzde 3 olarak açıkladı. Kuruluş, bu büyüme oranının Türkiye’deki işsizlik oranının artmasını engelleyecek düzeyde olmadığına işaret etti. Hükümetin Orta Vadeli Plan’ına göre büyümenin 2014 için yüzde 3.3 olması bekleniyor.

OECD üyesi ülkeler için hazırladığı ekonomik görünüm raporunda, Avrupa’da bölgesel krizin daha da kötüleşmesi, küresel mali piyasadaki gerilim ve Avrupa pazarındaki toparlanmanın sekteye uğramasının Türkiye’nin genişlemesini olumsuz etkileyeceği uyarısında bulunuldu. Sınır ötesi sorunların siyasi gerginliği artırmasının, güveni zedeleyeceğine dikkati çeken raporda, kısa dönem dış borçların yeniden finanse edilmesinin, uluslararası yatırımcılar açısından Türkiye’yi kırılgan bir hale soktuğu vurgulandı.

Raporda, mali denetim ve şeffaflığın uluslararası standartlarda geliştirilmesinin önemine vurgu yapıldı. Kalıcı rekabet gücü ve dengeli büyüme için özel sektörde verimliliğin artırılması gerektiğine de işaret edildi. Avrupa pazarlarında toparlanma görülmesi durumunda ihracatın ve dışarıdan sermaye akışının artacağı, bunun da büyümeyi olumlu etkileyeceği belirtildi. Rapora göre cari açığın gayri safi milli hasılaya oranı yüzde 5’in üzerinde seyretmeye devam edecek.

Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in Küresel Ülke Risk Grubu Başkanı Alastair Wilson ise ülkelerin 2014 kredi görünümlerinin toplamda durağan olmasına rağmen, paylaşılan bir dizi kırılganlığın farklı bölgelerde ve derecelerde devam ettiğini hatırlatarak “En öncelikli olanı ABD’nin olası faiz artışından dolayı güven şoklarının oluşması”

Moody’s küresel görünüm raporunda, ABD’nin para politikasının normalleşmesinin, Türkiye gibi borçlu ve güvene dayalı sermaye akışlarına bağımlı olan gelişen piyasalar için riskler oluşturabileceğine dikkat çekildi. Raporda, jeopolitik risklere de değinerek Rusya ve Ukrayna geriliminin ve Ortadoğu’daki krizin, komşu ülkelerde yatırımcı güvenine tehdit oluşturabileceği belirtildi.

25 Kasım 2014 Salı



MESUT DEĞER; ‘’ÇÖZÜM SÜRECİNİN DEĞERİ BİLİNMELİ’’

Sivil Haber Gazetesinin yazarı Reyhan Aydın CHP'li Mesut Değer ile çözüm sürecini değerlendirdi.

25 Kasım 2014 Salı 00:07

 
REYHAN AYDIN: Bize kendinizi tanıtır mısınız?

 MESUT DEĞER: Ben Mesut Değer 1959 Diyarbakır doğumluyum. İlk, orta ve lise eğitimimi Ankara’ da tamamladım.  Daha sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldum.

Uzun yıllar avukatlık yaptıktan sonra 1992 yılında CHP Diyarbakır İl Başkanı olarak atandım.1999’ dan 2011 yılına kadar CHP Genel Merkez Yöneticiliği, MYK Üyesi, Genel Sekreter Yardımcılığı, Genel Başkan Yardımcılığı ve 22. Dönemde Diyarbakır Milletvekilliği yaptım. Aynı dönemlerde TBMM’de İnsan Hakları Komisyon Başkan Vekilliği görevlerim de oldu. Siyasetimiz, mesleğimiz ve yaşam tarzımız, bir Diyarbakırlı duruşuyla süregeldi.

 REYHAN AYDIN: Siyasete girme sebebiniz nedir?

MESUT DEĞER: Babam’ da 1960’lı yıllarda Demokrat Parti Diyarbakır İl Başkanı iken 60 ihtilali olduğunda tutuklanmış, bir yıl ceza evinde kalmıştı. Daha sonra 60-80 yılları arasında önce Demokrat parti, Adalet Partisi, daha sonra CHP Milletvekili idi. Aileden gelen bir siyasi duruşun içinden geliyorum. 1992 yılında CHP kurulduğu dönemde, Diyarbakır CHP Kurucu İl Başkanı olarak, ben atandım.

 REYHAN: İlk olarak ülkemizin sıcak gündemini oluşturan  ‘’Çözüm sürecinin’’ değerlendirebilir misiniz?  Sürecin başlangıcı, gelişimi ve son durumu hakkında bizlere bir değerlendirme yapar mısınız?

 MESUT DEĞER: Çözüm süreci önemlidir. 2013 yılında çözüm süreciyle ilgili İmralı’nın başlattığı 21 Mart Nevruz’unda Diyarbakır da okunan mektuptan sonra, silahın bırakılmasıyla bu süreç başlatıldı. Bu süreç çok önemli bir süreçtir.  2013’ den başlayan, bu 1,5 yıl süresi içeresinde, Doğu, Güneydoğu Anadolu bölgesinde Kürt bölgesinde ve Kürdistan’da,  Çözüm Süreci hangi olumlu değişimlere oldu, ne oldu?  İnsanların yaşam tarzında,  ticari, ekonomik, turizm ve diğer her alanda olumlu değişiklikler olmuştur. Terör, cinayet olaylarının veya herhangi bir olumsuz olay olmadan, halkın normal yaşamlarına devam etmesi insanların umutla beklediği bir ortamdı. Türkiye’de geçmiş yıllarda biliyorsunuz, 1923‘lerden bu güne kadar kurulan hükümetlerde görev alan kişiler, başbakanlar bu sorunun çözümüne yönelik çeşitli söylemleri olmuştu. Özellikle de 1991 ‘ de Demirel, Kürt Realitesini tanıyacağız. Cem Boyner, siyasetle ilgili, kardeşlikle ilgili, dağların bombalanmasıyla, ilgili flaş isimdi ve açıklamalar yapmıştı.  Mesut Yılmaz’ın  “Avrupa Birliğine giden yol Diyarbakır’dan geçer”, Mehmet Ağar, dağdan ovaya inilmesinden bahsetmişti. ,Bu süreçlere bıktığımız zaman hiçbir adım atılmamıştır. Sorunun çözümüne yönelik ilişkin ilk defa, Ak Parti hükümeti “ Kürt sorununu ben çözeceğim” demiş ve Sayın Tayyip Erdoğan Kürt halkında umut uyandırmıştır. Halk tarafından bu çok önemli bulundu. Herkes de sorunu bitirme yönünde mutabık kalıp,  çözüme sıcak baktı. Ben de CHP’ li olarak bu sürece, CHP’nin düşüncesinin dışında destek verdim. Çünkü akan kan dursun istiyordum!

Çözüm süreci bu açıdan çok önemliydi. Gelinen süreçte çözüm sürecinin bu günkü aşamasında,  6-7 Ekim olaylarına kadar geçen süreç içersin de insanlarda olumlu bir kanaat oluşmaya başlamıştı. 6-7 Ekim olaylarından sonra bende oluşan kanaat neydi. Gerçekten çözüm süreci var mıdır? Var ise bu çözüm sürecini ortaya konulması ve irdelenmesi gerekir. Yol haritasının belirlenmesi lazım, doğru burada, budur. 

Tabi ki, yol haritasını çizerken veya çözüm sürecinin her aşamasının açıklamanın bir gereği yoktur. Bence,  çözüme giderken her şeyin kamuoyuna açıklanması da doğru değil. Ama bazı konuların, 77 milyona doğru anlatılması, izah edilmesi ve nedenlerinin bilinmesi lazım. Çünkü Türk halkı da acaba Türkiye bölünüyor mu, bir pazarlık mı var, varsa ne gibi pazarlıklar oluştu? Neler verilecek, biz neyi vereceğiz gibi kaygıyı, endişelenmelerini gündeme taşıyorlar. Kürt halkında ise çözüm var mı? Var ise bize ne verilecek, bu sorunun çözümüne giderken ortaya ne çıkacak? Herkes resmi bir tabloyu görmek istedi. Onun için gelinen çözüm sürecinde umutsuzluk insanlarda hâkim olmaya başladı. Hem Türklerde, hem Kürtlerde Türkiye’de yaşayan herkes için çözüm süreci önemlidir.
Çözüm süreci desteklenmelidir. Asıl önemli olan, çözüm sürecine giderken barış istemektir, ama barışa giderken yolu korumak daha da önemlidir.

Çözüm süreci gündeme geldiği zamanda, ilk söylediğim, “Barışa giden yolu korumak önemlidir.” Çünkü bugün gelinen süreçte içten içten sürecin bozulması yönünde bazı düşünceler hâkim olmaya, bazı güçler çözüm sürecini engellemeye yönelik davranışlar ortaya konulmaya başlamıştır. Bazı provokatörlerin bunu 6-7 Ekim olaylarında da yansımasında çok farklı bir şekilde oldu. En önemli kavramlardan biri, çözüm sürecine giderken, Sayın Cumhurbaşkanımızın, İŞİD’ın başında İslam vardır, PKK’nın başında İslam yoktur, deme kavramı da çok önemliydi. Çünkü IŞİD’i de bir nebze de olsa koruma şeklidir. İslamiyet’le Kürt kimliğinin çatışmasını gündeme getirme, 6-7 Ekim bölgedeki yaşanan olayların temelinde etken faktörlerden biri de budur. İslamiyet hepimiz için vardır. Bütün Türkiye’de veya dünyada yaşayan bütün Müslümanlar için İslamiyet vardır. İslamiyet’in, hiçbir kimlikle insanların mezheple veya renkle kavgası yoktur veya hiçbir kimliğin dinle de kavgası, İslamiyet diniyle de kavgası yoktur. 6-7 Ekime gidilirken her iki tarafta da çözüm sürecine yönelik sert açıklamalarda bulundu. Ama bana göre yapılan sert açıklamalar çözüm sürecinde tehlikeye veya çözüm süreci bittiği şekilde anlamak yanlıştır. Çözüm süreci elbette rayına oturmuştur. Elbette bu konuda yasal adımlar atıldı. Gerçek tende 6 maddelik bir kanun çıkarıldı. Bu çerçevede, önümüzdeki sürecin çok daha iyi ilerleyeceği görülüyor.

 REYHAN AYDIN: Kobani de yaşanan olayların Türkiye‘ye yansımasını değerlendirir misiniz?

 MESUT DEĞER: Kobani önemlidir. Bugün IŞİD, Suriye’den Irak’a başka ülkenin topraklarına yayılarak birçok bölgeyi eline almaya başladı. IŞİD, Musul’a giderken veya girdiği köyde ve ilçelerde içten destek aldığı için, içten iş birlikçileri olduğu için,  Musul gibi 2 milyonluk şehri 5 saatte tamamen ele geçirdi. Ama Kobani’ de bu yoktur. Kobani’de İŞİD’e destek veren her hangi bir halk olmadığı için gerçek direnişle karşı karşıya kaldı. Bu direnişin 61, 62. gününe gidildi. Kürtlerin bir direnişi vardı. Kobani, Suriye’de direnen bölgedeki sembol haline geldiği gibi isim olarak ta tarih listelerine giren bir köy oldu. Kobani de İŞID’ in bütün kuşatmasına rağmen, ele geçiremediğini göstermiştir. Yaşanan bu olaylar gösteriyor ki; Çözüm Sürecini yaşanırken, sadece Türkiye’de yaşayan Kürtler değil, sınır bölgelerimizde yaşayan ve Türkiye’de yaşayan Kürtlerle akrabalık bağları olan Kürtleri de düşünmek gerekmektedir. Yani bu anlamda sadece Türkiye’de ki Kürtleri ele almak doğru değildir

 Kobani Kürtler için önemlidir. Kürt olarak kalmalıdır, halkı orada kalmalıdır. Kürt halkı orada yaşamayı sürdürmelidir. Kobani, Kobani olarak kalmalıdır. Ben, Türk askerinin gidip, Kobani’de İŞID’i bertaraf etsin demiyorum, bunun bin yolu vardır, yeter ki hükümet kararlılığını göstersin, hükümet desteklesin. Ben Kobani’yi, IŞİD’e yedirtmem demesi bile IŞİD’in oradan geri çekilmesini sağlar, Asker girmeden, kurşun atmadan, bu iradeyi göstermemiz gerekir.

 REYHAN AYDIN: Dış basını takip eden birisi olarak, Çözüm Sürecine, Avrupa’nın ve ABD’nin bakış açılarını değerlendirir misiniz?

MESUT DEĞER: Çözüm sürecine düşüncesini ortaya koyarken bunu dünyada alkışlıyordu. Aynı şekilde Çözüm Sürecini hükümetin desteklenmesi önemlidir. Attığı adımlar doğrudur. Eleştirilerini de yapıyorlar.
Biz Türkiye’de yaşayan insanlar olarak gördüğümüz bu tablo karşısında eksikleri yanlışları gündeme getiriyoruz. Kobani,  olayını gündeme ben getirdim. Kobani olayları bu olaylar yaşanmadan yapılırken de, Ezidi’ler konusunu gündeme getirdiğimizde, Türkiye bu konuda olumlu adım atmadı. Dünya ülkeleri diyor ki;  Kobani için 40 ülke IŞİD’e karşı mücadele içinde koalisyon kuruldu mu, kuruldu. Bir uzlaşma mutabık kalınacak konular oldu mu? Oldu. Dünya liderleri bir araya geldiler mi? Geldiler. Bu konuda bir havuz oluşturuldu mu oluşturuldu. Bir masa oluşturuldu mu? Oluşturuldu. Bundan sonra ne yapılması gerekiyor? Adım atılması gerekiyor. Senin adım atman gerekiyor.  Sen, adım atmadığın zaman ABD’de IŞİD konusunda olduğu gibi, Suriye konusunda oluğu gibi Türkiye güvensizliği ve bu konuda çekimserliği veya eleştirileri bu gün gündeme getiriyor.

Türkiye’nin bu konuda önemli görevler alması, karargâh cephe olmaması gerekir çünkü Türkiye’de de artık IŞİD in varlığı gözükmeye başladı. Yuvaları gözükmeye başladı.

Oradaki kavganın aynısı Türkiye’de de yaşatılmak istendi. Suriye’de Şii-Sünni veya Alevi Kürt, Türk Türkmen, Dürziler Hıristiyanlar çatışmasından ziyade böyle bir çatışmaya girmeden, hepsinin bir arada birlikte yaşayabilmesi acısından, Türkiye’de Kürtler 81 ile dağılmış bin ilçede vardır, her yerde yaşıyorlar, oradaki Kürtler belirli bölgede yaşıyor. Burada ne yapmamız lazım. Çözüm Sürecinde bu liderlik konumunda Türkiye’nin yapması gereken husus; her şeyi bu çerçevede değerlendirerek yapması gerekir.

 Irak’ta biz Barzani ile bir ticari anlaşma imzaladık 50 yıllık petrol ve doğalgaz anlaşmaları. Bunlar çok önemli konulardı.  Türkiye’ye 30 milyar dolar yıllık gelir geliyordu. Şimdi 4 milyar dolar ile 8 milyar dolar arasında kaldığı söyleniyor. Türkiye’deki ekonomi olarak yansıması her insanın refah düzeyinin artmasını sağlar.

 REYHAN AYDIN: Sayın Vekilim “Kürt Sorunu” hakkında 2008 yılında yazmış olduğunuz bir kitap var. 2008 yılından bugüne gelindiğinde bu sorunla ilgili ne gibi değişlikler oldu?

 MESUT DEĞER: Evet, güzel bir soru. 2008 yılında Türkiye’de gelişen yaşam koşulları ve Kürt soruna ilişkin herhangi bir çalışma, rapor ve özellikle kitap yoktur. Doğu ve Güney Doğu’da herkes bu konuyu gündeme getiriyordu, herkes bir ucundan alıp, yine herkes aldığı o ucu değerlendirerek konuşuyordu. Ben, 1923 den 2008 yılına kadar Doğu ve Güney Doğu’da ki 24 ilin bütün Vergi, KDV, yatırılan iş istihdam gücünü; a’dan z’ye ansiklopedik şekilde hazırladım. Özellikle Kürt sorunu nedir, çözümü nedir, hangi şartlarda nasıl çözülebilir diye, kaleme aldım. Bir Diyarbakırlı olarak o günkü şartlarda basın; terör örgütü militanıymışız gibi, PKK’lıymışız gibi çeşitli uçlarda yazı yazdılar, çizdiler. Şahsıma büyük saldırılar oldu bu anlamda. Tabi bazı basın ve medyada da alkışlar oldu Çözüme yönelik çalışmalarımızdan dolayı. Bazı medya basında günlerce yazdı.2008 deki hükümet bu sorunun çözümüne yönelik çalışma ve konuşmaları gündemden uzak tutuyordu. Ama Kürt sorununa çözüm; 2013 yılında başlarken, tamamen benim kitabıma başlarken ilk 66 sayfasında yer alan adımlarla başladığını görüyorum. Bu çerçevede ilerlemesi de beni mutlu etti. 2014 yılına geldiğimizde de az öncede söylediğimiz gibi sadece Türkiye’de değil; bölgede yaşayan sınır bölgesinde yaşayan Kürtlerin birbirleriyle aile ve millet bağlarını da göz önünde bulundurarak, değerlendirmesi gerekmektedir.
Yazdığımız bu kitap, bu konuda aydınlatıcı bir kitaptır. Dünyanın birçok yerinden, Japonya’dan Çin’den bile kitap istenildi. Bu konuda yakın zamanda da aldığım üst düzey müdürlerin  söyledikleri şu; Çözüm Süreci başladığında çok faydalandıkları ve birçok konuyu keşfettikleri yönündeydi. Bu da beni çok mutlu etti.

Tabi önemli olan sorunun çözümünü birlikte yaşamaktır.

Türkiye’de herkesin birlikte yaşaması önemlidir. Ortadoğu gibi kan gölüne dönmektense, Türkiye’nin Avrupa Birliğine açılıp, dünyaya açılıp, birlikte kardeşçe güçlü ekonomisiyle, güçlü demokrasisiyle yürümemiz gerekiyor, hepimize düşen görev budur.

 REYHAN AYDIN: Sayın değer, bizlere zaman ayırıp samimi açıklamalarda bulunduğunuz için teşekkür ederim.

MESUT DEĞER: Asıl ben teşekkür eder, sizlere de başarılar dilerim.

 Röportaj: Reyhan AYDIN

9 Kasım 2014 Pazar


TIMES: “TÜRKİYE VE IŞİD REHİNE TAKASI YAPTI”

Times gazetesi, ilk kez bir IŞİD militanın, Türkiye ile örgüt arasında yapılan büyük rehine takasının arka planını anlattığını yazdı.

Musul Başkonsolosluğu’nda rehin alınan 49 kişiye karşılık, kendisi ve diğer İŞİD’ çiler Şanlıurfa’da tutuklu bulundukları hapishaneden salıverildiğini söyledi. El Şaruri, Türk yetkililer için ‘Bize çok iyi davrandılar, çok naziktiler’

Başkonsolosluk çalışanları ve ailelerine karşılık bazıları Avrupa Birliği vatandaşı 180 kadar IŞİD militanının serbest bırakıldığı,

Times’ın ulaştığı listede takasla serbest kalan IŞİD militanları arasında 2 İngiliz, 3 Fransız, 2 İsveç, bir Belçika ve 2 Makedonya vatandaşı da bulunuyor.

 

3 Kasım 2014 Pazartesi

DİYARBAKIR DTK VE HÜDAPAR ZİYARETİM


28 EKİM 2014 DTK EŞ BAŞKANI SAYIN HATİP DİCLE İLE DTK ‘DA
30 EKİM 2014 HÜDA PAR İL BAŞKANLIĞINDA
 YETKİLİLER İLE GÖRÜŞTÜM
 ‘’ Diyarbakır’a geldiğim gün uçak kapısını açan görevliden tutun herkesin ortak şikâyet ve kaygılarını aktara cam. Burada bir tarafın temsilcisi değil 3 cü görüş olarak buradayım yani Diyarbakır halkın görüşünü aktarmak için buradayım. Öncelikle geçmiş olsun. Başınız sağ olsun  
Bakın Diyarbakır ne diyor?...’’
1)      Halk 6 – 8 Ekimde yaşanan olayların getirdiği Yağma, Talan, Hırsızlık ve Cana kast olaylarına tepkilidir. Demokratik eylem yapılsın. Hak aransın sokağa dökülsün ama CAN KAYBI OLMASIN CAMA VE TALAN OLMASIN.
2)      Taraflardan ölenler oldu bizler artık 1990’lı yıllara tekrar dönmeyelim. PKK – HİZBULLAH kavgası yeniden başlamasın. FMC dönemini yaşamı yalım FMC başlarsa bölge biter.
3)      Bölgede Kürtler; Demokrasinin gereği için  bir den çok Kürt siyasi parti veya STK kurulmalı ve olmalıdır da. Bunlar birbirlerini belden aşağı vurmamalıdır. Ve can kaybı olmamalıdır. Hepsisinin ortak amacı Kürt halkına hizmet etmelidir.
4)      Olaylarda veya eylemlerde acı ile sonuçlandığında veya eylemlere başlamadan önce de taraflar bir araya gelmelidir ve ortak açıklama yapmalıdır. Olayların önüne bu şekilde geçiliri. Olayları ve şiddeti kınamalıdırlar.
5)      Kobanin sembol ve onurlu direnişi Kürt halkı için önemlidir. Ve HÜDAPAR ’ında İŞİD ile bağlantılı değildir.İŞİD olarak anılmamalıdır.
6)      Çözüm süreci önemlidir. Desteklenmelidir ve Korunmalıdır.
7)      Bölgede Barış, Kardeşlik, Siyaset ve Ticaret demektedir. ‘’ Acı yaşamaktan artık vücudumuz iflas etmiştir.’’

Tarafların (yani DTK ve HÜDAPAR ) sağduyulu olduklarını ve Mantığın hâkim olduğunu, kışkırtıcı eylemlerine ve yaşana acı olaylara rağmen öfkelerini içlerine gömdüklerini amaçlarının da halka hizmet olduğunu ve olaylar karşısında da provokatör veya ismi JİTEM veya ismi ne olursa olsun bu tür örgütlenmelere pirim vermemeye özen gösterdiklerini yağma ve talan ve ölümleri tasvip etmediklerini ve tarafların görüşmelerden kaçınmadıklarını ve hazır olduklarını gözlemledim.
1 kasım Kobani gösteri yürüyüşünü Diyarbakır’da   izlerken de gözlerimdeki duyguyu
Ve bu görüşmemi de sizlerle paylaşıyorum
Sevgilerimle



RUDAW  31.10.2014



FLAŞ İDDİA: Hüda-Par’la çatışma yeni örgütün işi!


Röportaj

FLAŞ İDDİA: Hüda-Par’la çatışma yeni örgütün işi!


Mesut Değer
Türkiye’nin anamuhalefet partisi CHP’nin Diyarbakır eski milletvekili Mesut Değer, JİTEM’in lağvedildiğini, devleti içerisinde yen bir örgütün kurulmuş olabileceğini ve bu örgütün, Demokratik Bölgeler Partisi ( DBP) ile Hür Dava Partisi (Hüda-Par) arasında çatışma çıkardığını ileri sürdü.

Şemdinli’deki Umut Kitapevi’nin bombalanmasından sonra meydana gelen olayları araştıran “Şemdinli-Yüksekova-Hakkari’de Yaşanan Olayları Araştırma Komisyonu’nda yer alan ve “Şemdinli mi? Kürt Sorunu mu?” kitaplarının yazarı Mesut Değer Rudaw’a konuştu.


Değer, “çözüm süreci”ni, hükümetin Kobani politikasını ve Hüda-Par ile DBP arasında yaşanan çatışmaları değerlendirdi.

Kobani’deki IŞİD saldırılarının ardından Türkiye’de yürütülen “çözüm süreci”nde yeni bir döneme girildi. Süreç nereye doğru gidiyor?

Çözüm süreci 2013’ten beri süregelen bir başlangıçtır. 2 yıl içerisinde bölgede ölümler azaldı. İmralı’nın artık silahla değil, siyasetle yürünmesi gerektiğini söylemesinden sonra bölgede ortam yumuşadı. Ekonomi ve turizm canlandı. Ama bu süreçte, gerçekten bir çözüm süreci var mıdır, yok mudur, sorusu gündeme geldi. Kobani’deki gelişmeler bu süreçte sert söylemleri gündeme getirdi. Çözüm süreci için en önemli konu hükümetin kararlılığıdır. Bunun için inandırıcı adımlar atması lazım.

Nedir o inandırıcı adımlar?

Ortadoğu, Suriye ve Irak’ta gelişmeler var. Irak’ta fiilen bir Kürt devleti kurulmuştur. Suriye’deki Kürtler kantonlar şeklinde varlığını ve haklılığını ortaya koymaya çalışıyor. Türkiye’deki Kürtler ise 81 il ile kaynaşmış, bu nedenle bütünleşme olmuştur. Sadece Kürtler’e yönelik adımlarla bu iş olmaz. Belirli hakların verilmesi, istenen yasal adımların atılması, İmralı’nın durumunun iyileştirilmesi, genel af gibi düzenlemeler yetmez.

Gelinen süreçte, durum Türkiye’deki Kürtler’in dışına çıktı. Suriye’de yaşanan olaylar Türkiye’deki Kürtler’i de ilgilendirir. Biz Türkiye sınırına tankları dizdik. Tankları dizdik ama, 300-500 metre uzaklıktaki IŞİD mevzilerine tek atış yapmıyoruz. Bu, IŞİD’in ilerlemesini sağlamaktır. Bu böyle okunur. Biz uçuşa engel hava sahası diyoruz. Uçuşa engel hava sahası ilan edilmesi demek IŞİD’i korumak demektir.

Bunu biraz açabilir misiniz, tam olarak ne demek istiyorsunuz?

Uçuşa engel hava sahası IŞİD’in mevzilerinin bombalanması yönünde engel oluşturur. Uçuşa engel bölge oluşturduğunuz zaman, koalisyon uçakları o bölgeyi bombalayamayacak. Suriye uçakları kalkıp, kuzeyindeki IŞİD mevzilerini bombalayabilir mi? Hayır. Angajman kuralları gereği bir savaş uçağının kalkıp, Türkiye sınırındaki bölgeyi bombalama imkanı yoktur.

Irak’taki Kürdistan Bölgesi kurulmadan önce de 36. paralel oluşturuldu. Sonra da federasyona gidildi. Benzer bir durum sözkonusu olamaz mı?

Irak’taki 36’ncı paralel Saddam gibi faşist bir yöneticinin kendi topraklarının kuzeyindeki Kürt bölgesine yönelik hava sahasının uçuşa engeliydi. 36’ncı paralel ABD’nin çizdiği bir uçuşa engel bölgeydi. Suriye’de ise sadece IŞİD mevzilerinin bombalanmasını engellemek anlamına gelir.

Hükümet yetkilileri, IŞİD’in terör örgütü olduğunu söylüyor. Buna ikna olmayan çevreler hükümetin IŞİD’e destek verdiğini söylüyor. Hükümetin IŞİD’e ilişkin politikası nedir?

Bugüne kadar bu konularda çeşitli iddialar gündeme geldi. İnsanların Türkiye üzerinden IŞİD’e katıldığı vs. gibi haberler çıktı. Sayın Cumhurbaşkanı da dedi ki, “IŞİD’in üzerinde İslam var, onun için dünya üzerine saldırıyor. PKK’nin üzerinde İslam olmadığı için kimse saldırmıyor, o da terör, o da terör.” Bu çok tehlikeli bir yaklaşım. Doğru PKK’nin başında İslam yoktur, ama Kürt kimliği ile İslamiyeti karşı karşıya getirerek, bir kavganın içine sürüklemek çok tehlikelidir. IŞİD’i dünyaya karşı koruma, IŞİD’i Kürt kimliği ile çatıştırmak anlamına gelir. 5-6 Ekim’deki olayların temelinde de bu yatar. Benim korkum, gelecekte Kürt kimliği ile İslam kimliği arasındaki çatışmanın derinleşmesidir.

Bu ilginç bir tespit. 5-6 Ekim’deki Hüda-Par ile DBP’lilerin karşı karşıya gelmesi, hükümetin bu politikasının bir sonucu mu?

Sayın Cumhurbaşkanımızın İslamiyet ile Kürt kimliğini çatıştırmak istiyor. Bu önümüzdeki süreçte, ciddi sorunlara neden olabilir. Hizbullah ile BDP’nin bir an önce barışması gerekir. Bu coğrafyada düşüncesi ne olursa, Kürt grupların hepsinin olması gerekir. Herkesin kendini ifade etme hakkı olmalıdır. Çatışma çıkaracak, söylemlerden kaçınılması gerekir.

BDP, DTK saldırıların provokasyon olduğunu söyledi…

Elbette provokasyon vardır. Bu işin içinde provokatörler de var, rant elde etmek isteyenler var da var.

Kimdir bu provokatörler, mesela geçmişte ismini sıkça duyduğumuz JİTEM gibi gruplar  mı?

Geçmişte JİTEM vardı, ama artık JİTEM ayyuka çıktı, lağvedildi. Başka bir örgüt kurulmuş olabilir devlet içinde. Ama isminin ne olduğunu bilemem. Fakat, insanların yürüyüşü, insanların kapışmasına ve büyük olayların çıkmasına neden oldu.

“Devlet içinde yeni bir örgüt kurulmuş olabilir” demek için elinizde yeterli veri var mı?

Olaylar olduğu zaman bir arkadaşım aradı, evde olmayan bir komşusunun evinin önüne kamyon çekilmiş, eşyalarını doldurup götürmüşler. Arkadaşı, “polis çağırdık, polis yapabileceğimiz bir şey yoktur” dedi, diyor. Hüda-Par’lıların çevresi sarılıyor, polisten yardım isteniyor. Polis, “kendinizi koruyun” diyor Hüda-Par’lılar, gece mezarlıkta cenazelerini defnederken, HDP’li insanların cep telefonlarına da mesajlar gidiyor. “Şehidiniz var, mezarlığa gelin” diye. Onlar da gelince karşı tarafın da orada olduğunu, bu tarafın cenazesinin daha gelmediği anlaşılıyor. İki taraf da sağduyulu davranıyor.

Yani JİTEM benzeri bir örgüt kuruldu ve iki grubu karşı karşıya mı getirmek istiyor?

Birden fazla örgüt de kurulmuş olabilir. Elbette kurulmuştur. Devlet elbette boş durmayacak. Güvenliğini tesis etmek için legal ve illegal kuruluşları vardır.

Tekrar Rojava konusuna dönersek, Türkiye hükümeti neden Kobani’ye yardımda gecikti?

Hükümet, Kürtler’in özerklik yönündeki gücü zayıflasın. Egemenlikleri zayıflasın istiyor. Bu şekilde Türkiye’deki Kürtler’in taleplerinin de azalmasını istiyor. Onun için PYD’deyi de “terör örgütleri listesi”ne aldı. Kobani’deki direniş artık bir simge halinde. “Arap Baharı” başladığı zaman, birçok ülkede rejimler değişti. Türkiye, Suriye’yi de aynı şekilde gördü. Suriye’de Esad rejiminin güçlü olduğunu göremedi. Suriye’nin kısa sürede düşeceğini hesap ettiler. IŞİD, Esad’a karşı savaşırken, Türkiye buna göz yumdu. PYD Esad’a karşı savaş içinde değildi, ama onunla da hareket etmiyordu. Kendi özerkliğini oluşturmak için Kürt kimliği yönünde oluşuma gitti. Kobani’nin düşmesini Erdoğan da istiyor, hükümet de istiyor.

Mesut Değer / PORTRE


Mesut Değer, 1959’da Diyarbakır’da doğdu. 1985 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1992 yılında CHP Diyarbakır Kurucu İl Başkanı olarak göreve başladı. 1999 yılına kadar Diyarbakır İl Başkanlığı görevini yürüttü. 1999 yılından itibaren CHP’de PM üyeliği, MYK üyeliği ve Genel Sekreter Yardımcılığı yaptı.
Diyarbakır Söz

2.kasım 2014

Değer; her siyasi düşünce yaşamalı

02 Kasım 2014 Pazar
CHP Diyarbakır Eski Milletvekili ve MYK Üyesi Mesut Değer, 6-7 Ekim olaylarının, Diyarbakır'a sosyo-ekonomik yönde büyük kayıplara neden olduğunu ifade ederken, bölgede her siyasi düşüncenin özgürce yaşaması gerektiğini söyledi.

Fırat AVCIL
DİYARBAKIR-CHP Diyarbakır Milletvekili ve MYK Üyesi Mesut Değer, Diyarbakır'da tansiyonu yükselten halk arasında kaygıya neden olan 6-7 Ekim olaylarıyla ilgili, DTK ve Hüda-par yetkilileriyle görüşerek, sokağın yansımasını ilettiğini belirtti. Değer Diyarbakır'a sosyo-ekonomik yönde büyük kayıplara neden olduğunu ifade ederken, bölgede her siyasi düşüncenin özgürce yaşaması gerektiğini söyledi.
Diyarbakır Söz'e ziyarette bulunan ve Genel Yayın yönetmenimiz Ömer Büyüktimur'la görüşen, eski parlamenter Değer Diyarbakır'ın gündemini değerlendirdi. 6-7 Ekim olaylarının halkta yarattığı kaygıyı dillendiren Değer, Diyarbakır’la ilgili ana sorunlar konusunda herkesin siyasi görüşünü bir kenara bırakarak, sorunun çözümüne odaklanması gerektiğini ifade etti.
Değer şöyle dedi:

6-7 EKİM OLAYLARI ÜZÜCÜ
"6 7 Ekimde Diyarbakır’da üzücü bir olay yaşandı. Kabul edilemez olaylardır. Her siyasi düşünce, demokratik haklarını kullanarak, sokakta gösteri yapabilir, bağırıp çağırabilir. Ama bu eylemini yaparken, şiddete, vurmaya, kırmaya, yakmaya yeltenmemesi gerekir. Hele ki provokasyonlara gelmemeli. Bakın ben sık sık Diyarbakır a gidip geliyordum. Diyarbakır a gelirken Diyarbakır da bazı eylemlerde sıkıntılar yaşanırdı, halkın tepkisi fazla olamazdı.

HÜDA-PAR VE DTK YETKİLİLERİ
Bu son olayların ardından gelişimde uçağın kapısını açanından tutanda herkes yani kimle görüştümse herkeste bir korku ve tedirginlik içinde panik içindeydi. Neydi bunlar?  Be 28 Ekim'de DTK eşbaşkanı sayın Hatip Dicle ile görüştüm, ziyaretine gittim. Uzun bir görüşmede bulunundum. Dedim bakın ben burada kimsenin temsilcisi olarak değil sokaktaki sağduyulu insanların düşüncesini paylaşmak için geldim. Nedir bu düşünceler? Birincisi halk burada eylemler yapılsın, demokratik bir şekilde yapılsın. Herkes kendi söylemini yapsın, herkes kendi siyasetini yapsın. Her siyasi düşünce bu bölgede özgür yaşam alanı bulmalı. Ama herkes siyasetini yaparken, kimse kimseyi belden aşağıya vurmasın. Ölümler, yaralamalar, saldırmayar, yakma, yıkma, yağma olmasın istiyor.
Bakınız 6-7 Ekim olayları sadece Diyarbakır'ın sosyo-ekonomik kaybı, yüzde 60'ların üzerinde. Ticaret felç. Esnaf iş yapamaz durumda.
1990'LARIN KAYGISI HAKİM
Aynı söylemimizi, HÜDA-PAR yetkililerine de söyledik. HDP-Hüda-Par çatışması.. Ya da, Hizbullah-PKK çatışması, bölgeyi kaosa sürükler. Halk 1990'ları yeniden yaşamak istemiyor. Bunun kaygısı içerisinde. Faili meçhul cinayetler olmasın. Provokasyonlara gelinmesin. Bakın dün Diyarbakır'da miting yapıldı. ne oldu; herkes sağduyulu davranınca, küçük çaplı provokasyonlar olduysa da, sağduyu hakim oldu. Demokratik bir tepki ortaya konuldu, bitti. Bizim beklentimiz şu. Hüda-Par ve HDP yetkilileri bir araya gelsinler. Diyalog içerisinde olunsun. Bölgeyi geren, ölümler yaratan olaylarda, yaşananları tasvip etmeyin kınasınlar. Birlik mesajları verilsin. Şuan en büyük ihtiyacımız, bu birlikteliğin devamıdır.